21.9.11

Tam da Zamanı!!

Bugün dert günü blog. Bildiğin dert yanmaya yazıyorum gecenin şu yatılıp zıbarılası saatinde, ona göre adam ol! Dinle...

Bu haftam çok pis başladı blog. Bildiğin pis ama...Zira senenin -ki daha eylüldeyiz lan!- ilk hastalığına ,üzerine afiyet, yakalanmış bulunuyorum ki ne menem bir hastalıkmış anlamadım gitti.

Kanımca Amerika'nın oyunları bunlar blog. Kesin biyolojik silah ayağına bana virüs mirüs bir şeyler verdiler ve ben bu hale geldim. Çünkü hastalığım basit bir soğuk algınlığı gibi başlayıp faranjit gibi devam etti. Daha sonra nezle benzeri belirtilerden sonra öksürük başladı ki bana grip ve verem olasılıklarını hatırlatırken son olarak 20'lik dişin de katılımıyla tıp literatürüne yeni bir hastalık olarak girdi kanımca.

Bu ne yaa! İlk gün kalktım yataktan üzerimden kamyon geçmiş gibi. İspanya boğa koşusu yapılmış, gece de ben de boğaların yolunda uyumuşum gibi. Her yanım ağrıyor. Kafam kalkmıyor. Boğazlar şiş. Hayır, hasta olacak zamanım olsa hay hay başım üstüne; ama yok anasını satayım yok! Bırak hasta olmayı nefes alacak zamanım yok ki bu daha ilk komite blog. Kemikler! Hem de kasları çıkarılmış! Bir de kaslarla olaydı halimiz nice olurdu bilmem!

Neyse bu zamansızlıkta derse gitmemek de olmaz. Alayım, dedim sabah Katarin akşama doğru iyileşirim. Ancak okulda içmeyi planladığım ve içtiğim sert kahvenin uyku açıcı etkisinin sabah aldığım Katarin'in uyku etkisini nötralize etmesi planım tabii ki de işlemedi ve ben derslerde -ki kafa kemikleri!!!!!!- kafamı kaldıramadım. Peki durumum iyiye mi gitti? Hayır! Daha da ilerledi .Ses gitti, burun aldı başını gitti, boğazlar kendi halinde şişip şişip indi ve ben bittim...

Şimdi üçüncü günümdeyim ve burun akıntım bitti gibi. Tabi önce bir okyanusu akıttı içinden ondan sonra! Hapşırık aldı mı beni! Allahım alerjik insanlar olur ya paso kedi tüyüne köpek kılına hapşırırlar paso hapşırıyorum ve her hapşırık başıma zonk zonk zonklama olarak geri bildirim veriyor. Tam o da bitti, burun da sakinleşti derken öksürük başladı şimdi de! Ve inanılmaz olanı ben hala doktora gitmedim çünkü vaktim yok!

Yarına iyileşeceğimi umuyorum. Ya da Amerika'nın silahının yeni bir marifetini göreceğim, bakalım bu sefer ne çıkacak...

İşin kötü yanı bir de aşık oldum galiba blog...

15.9.11

İlk Kadavram-İlk Telafim

Ölüyorum  blog. Bildiğin yorgunum.Hem de yorgun yani! Saf! Temiz! Uyusam Nirvana'ya otostop çekeceğim uykuluk bir yorgunluk. Sebebi ise açık: Formol!!

Evet efenim gün itibariyle ilk kadavramı görmüş,görmeyi bırak kesmiş bulunmaktayım. Şimdi ne alaka diyebilirsiniz ancak kendisinin şu yorgunluk ve uykudan sorumlu olduğunu size söyler,esenlikler dilerim.- bak yazarken bile esim esim esniyorum yahu!-

Şimdi, kadavranın -ki biliyorsunuz kendisi hakk-ı rahmetine kavuşmuş bir insan- öldükten sonra dokularının çürümesinin durdurulması için fikse edilmesi gerekiyor.Hah, işte bu işi formol nam-ı diğer formaldehit dokuların çürümesini önlüyor ve feci şekilde uyku yapıyor. Neyse...buraya sonra dönücez...

Öncelikle bunu anlattım ki neden anatomi labpratuvarında telafiye kaldığımı açıklamak kolay olsun. Off sayın izleyen! Anatomide telai lab.ına kaldım!!Hem de psi psine.Tamamen kendi aptallığımdan!

Şöyle ki anatomi laboratuvarı histoloji kadar olmasa da disiplinli bir lab. Masalara ayrılıyosunuz ve elinize veriyorlar kemikleri çalışıyorsunuz partnerlerinizle vs. Kural ise diğer masalara gitmemek!! Dınınınınnnn! Bendeniz an itibariyle bu kuralı ihlal etmiş bulunuyorum. Efenim hikayem şu:

İyi okumalar...

Kahramanımız 20 yaşlarında Hacettepe Üniversitesi Kastamonu Tıp Fakültesi'nde okuyan yakışıklı,boylu poslu,sevecen,arkadaş canlısı,güler yüzlü,zeki,çevik ve ahlaklı bir öğrencidir. O gün içindeki amacı iyi bir hekim olma yolunda mihenk taşlarından olan Anatomi dersinin lab.ında öğrendiklerini uygulamak ve ardından arkadaşının dersinin bitimini bekleyip arkadaşının dersi bitince de arkadaşıyla beraber pazara gitmektir.Gel gör ki kader adeta içkili bir eğlence gecesi alkolü fazla kaçıran sarışının ruju gibi yapışmıştır bu gencimizin yakasına.

Olayın başlangıcında gencimiz lab.a girmiştir ve kocaman sarı örtüyle kaplı bir şey görmüştür ve burna gelen formol kokusu az buçuk gerçeği söylemiştir kendisine. Kadavra!

Gencimiz çok da takmaz kadavrayı şöyle bir selam verir kendisine ve ondan en uzak köşedeki masasına -B4- Gider oturur. Arkadaşları gelir,atlaslar açılır,hoca gelir,kemikler verilir...

Gencimiz çalışır,çalışır, çalışır. Bu sırada hoca ile sohbet de eder ve kadavranın yeni geldiğini, elephantiasis (fil hastalığı) hastası olan bir kimsesiz olduğunu ve bu lab.dan sonra asistan hocalarca Mustafa Hoca önderliğinde deri ve yağlarının disekte edileceğini öğrenir.

Mustafa Hoca'nın, arkadaşı İzel'in yaz staj hocası olduğunu bilen gencimiz planını kurar. Ne yapıp edip işleme dahil olacaktır. Dersin bitimine 15 dk. kala gencimiz kemiklerle çalışmasını bitirmiş boş boş oturmaktadır,hoca da yanında...

Gencimiz yerinden kalkar ve arkadaşı İzel'e planından bahsetmek üzere 1. masaya- ki lab.ın en diğer ucu- gider. Arkadaşları, Hocası arkasından çaresizce seslenmektedir; ancak lanet olası kalabalık ve havalandırma sesleri gencimizin kulağını sağır, kadavra disekte etme aşkı ise gözlerini kör etmiştir.


Ve hikayemiz burada bir acı sonla tamamlanır. Kurallara uymayan gencimiz hunharca telafi laboratuvarı ile cezalandırılır;ancak yine de o lab.dan sonra kadavra disekte ettiği(kestiği) için mutludur...

Geriye ise son haftaki telafi lab.ı ve formolün bıraktığı uyku kalmıştır...

11.9.11

Sifon Sorunsalı...

Veee ev bize ilk kazığını attı sayın izleyen. 1 aydır- ki artık bir buçuk aya doğru yol görünüyor- evde bir sorun yoktu. İyi geçiniyorduk kendisiyle. Sabah evden çıkıp kendisini kendisiyle yalnız bırakıyor, akşam da gelip normal davranıyordum. Temiz tutmaya çalıştım hep kendisini. Ne dediyse yaptım.Tozunu  aldım,camını açtım. Halısını serdim. O yerdeki çarşafımsı şeyle bırakmadım ki üşütmesin. Gündüzleri yalnız geceleri bizimleydi. Çok dağıtmamaya çalıştım. "Öğrenci evidir,dağılır azcık." seviyesinde bıraktım her şeyi. Gözüm gibi baktım ona. Ancak o ne yaptı bize!? Sifonun hortumunu patlattı!

Islağım, ıslaksın, ıslak!

Yahu oturuyoruz salonda. Ev arkadaşımın ablaları gelmişlerdi ziyarete onları gönderdik. Dedik, az oturalım sonra anatomi histoloji allah ne verdiyse dalarız. Birden "fıssssss!" diye bi ses! O iki saniyede "Lan düdüklü tencereyi koydum da ateşe o mu fısslıyo." filan diye düşündüm,"hah," dedim "patalayacak tencere!" Öyle bir ses.
Sonradan malum sesin banyodan geldiğini anladık. "Anam," dedim "çamaşır makinesi gitti." Zira su fışkırıyo bi yerlerden ve makine kapağına çarpıyor. Öyle bir görüntü ki sanki makinenin içinden fırlıyo sular. Hemen kapattık vanayı tabi haliyle ama kapatana kadar her yer ve bendeniz su içinde kaldık.

Hayır, yapan nasıl yaptıysa banyoyu koridorla hem zemin yapmış mal!! Aslında bütün ev öyle ve sular olduğu gibi koridora tabii...

Kaldırırsın halıyı, asarsın -ki onu da asmayı becerememiş ev arkadaşım!- viladayla silersin banyoyu. Neyse, dedik çağıralım tesisatçıyı yapsın. Hayır, biz de yaparız. Hortum değişecek sadece; ama yapan nasıl yaptıysa-buradan kendilerine bin türlü sövgü!- bir türlü hortumu çıkaramıyoruz sifondan! O kadar dandik bir açıyla koymuşlar ki ellerimiz yetişmiyor oraya cıvatayı sökmeye.

Arkadaş gitti tesisatçıya işte "Abi bizim sifon patladı, bi bakar mısın?" diye. Adam direkt "Bakamam!"

Lan!! Oha!! Hayatımda -ki eminim arkadaşlarım da hayatlarında-  ilk defa bir tesisatçı tarafından reddedildi.
Bakamam ne lan! Hayır, "Çok meşgulüm gelemem", ne bileyim "Parça yok olmaz." ya da "Emanet abi dükkan ben tesisatçı değilim." filan dururken "bakamam." ne lan! Hayır sanki abiye gel abi hayrına yap dedik. Yahu neyse parası vereceğiz sonuçta.


E biz sifonun bozulmasından sonra manuale döndük tabi. Bakalım, yarın başka bi tesisatçıyı ikna edebilirsek yaptıracağız. Bir yaşıma daha girdim bu olayla ne diyeyim. Beni benden almaya devam ediyorsun Ankara...

...

.....

...

...

Yorumlar....

Yorum.