19.6.13

Aile Planlaması: Nedir? Ne Değildir?

Çok değil birkaç gün önce sayın (!) başbakanımız açıkladı: "Doğum kontrolü diye halkımızı adeta kısırlaştırdılar."

E bravo monsieur! Vallahi bravo! Halkımızın gözünü açtın! Biz yıllardır uyutuyorduk onları. Lanet olsun ki sen çıktın ve bütün planı mahvettin. Şimdi biz hekimlerin asıl görevi olan nüfusu yok etmek görevimizi alt üst ettin sen! Nasıl yapacağız bunu!? İnan şu an büyük düşüncelerdeyim!


"Doğum kontrolü diye halkımızı adeta kısırlaştırdılar." ne demek Allah aşkına. Dünya Sağlık Örgütü'nün tanımladığı Temel Sağlık Hizmetleri'nden olan Aile Planlaması ne ara doğum kontrol oldu da ne ara insanları kısırlaştırdı! Sen yıllarca verilen uğraş sonucu gerilere çekilmiş -ki hala çok yüksek olan- anne ölüm hızlarının,bebek ölüm hızlarının birbenbire artmasının vebalini nasıl ödeyeceksin?

Biliyorum blogumu takip edenler arasından çıkmaz; ama olur da Google amca sizi getirir de okursanız şu yazıyı sana sesleniyorum sayın okuyan lütfen kulak asma bunlara.

Aile Planlaması "çiftlerin ve bireylerin istedikleri zamanda ve  istedikleri sayıda çocuk sahibi" olmaları için yapılan her türlü işleme denir. Kısırlık tedavisi olduğu gibi bu uygulamaların içinde doğum kontrol yöntemleri dediğimiz çocuk sahibi olunmasının "modern ve sağlıklı" bir şekilde "tehlikesiz" olarak englellenmesidir. Sezaryen ise "doğum kontrol yöntemleri"nden bu kadar uzak bir şey olabilirdi sevgili okur!

Sezaryen bir doğum çeşididir. Normal doğumun imkanız olduğu,imkansız derken bebek ve annenin hayatının tehlikeye girdiği durumda rahmin karın duvarı aşılarak açılması,içindeki bebeğin dışarı alınmasıdır. Yani doğum ameliyatı gibi bir şey anlayacağınız.

Şimdi düşünün normalde bebeğin kafasının doğum kanalına girmesi gerekirken bacaklarının gelmesi gibi bir durum varsa veya annenin leğen kemiği bebekten küçükse bu bebek nasıl normal doğsun? Doğal olarak sezaryene alınır. Karın açılır. Rahim açılır. Bebek çıkarılır. Ne anne ölür ne bebek. Sezaryen sonrası rahim ve karın duvarında yapışıklıklar oluşur. Yani iyileşme doku artıkları ve haliyle eskisi gibi olamaz doku. Ve siz buna bir daha bir daha bir daha ameliyat işlemi yapamazsınız. Bu yüzdendir ki sezaryenle doğumda 2-3 doğum sınırı vardır. Bu sınır aşıldıktan sonra gerek bebek gerekse annenin hayatı ciddi tehlikeye girer. Yani yapılan çalışmalar bunu anneler bebekler ölmesin diye söylüyor. Türkiye'nin nüfusunu azaltmak adına yapılmış bir komplo değil.

Sen devlet olarak aile planlaması hizmetini düzgün sunamadın. Halkın doğum kontrolünden bihaber. Toplumsal cinsiyet kadını yerlerde sürüklüyor adeta. Kadın gelmiş 40 yaşına ve gebe kalmış.

Bu riskli bir gebeliktir ve büyük olasılıkla anne ve bebekte sekeller belki ölümlerle sonuçlanacaktır veya henüz çocuk sahibi olmak istemeyen bir birey,bir çift...4 çocuğu zaten olan bir kadın veya tecavüz mağduru bir genç kız. Bu insanlar için sen "isteyerek gebeliği sonlandırma" seçeneğini sunmazsan yasadışı her şekilde bu insanlar düşük yapmaya çalışır ve hayatlarıyla öderler bunu da...Yapılan araştırmalar bunu gösteriyor zira.

İsteyerek gebeliği sonlandırma da "kürtaj" değildir sevgili okur. Kürtaj [ D & C (Dilatation and Curettage)] sadece bir yöntemdir ki artık neredeyse kullanılmıyor bile. Bu yöntemde metal aletlerle rahim içindeki materyal "kazınır." Ve aklınıza lütfen şu internette arattığınız kesik kol bacak resimleri vs. gelmesin rica edeceğim. 10 haftalık bir embriyonun boyutu yakşalaşık 60 mm boyutundadır. Yani bir zeytin boyutundadır. Ülkemizdeki yasal sınırın dışında olan düşükler zaten yasadışıdır ve yasaktır. Düşük işlemi ilaçla medikal olarak travmasız olarak da yapılabildiği gibi vakum aletleriyle de yapılabilir. Yeter ki steril koşullardaki sağlık hizmeti veren yerlerde yapılsın. Ancak devlet bunu da engellerse artık gazetelerde kendini merdivenden yuvarlayanlar,şiş sokanlar,ağır kaldırarak düşük yapmaya çalışan haberleriyle sık karşılaşacağız demektir.

Lütfen bakabileceğiniz,sevebileceğiniz kadar çocuk yapın. Çocuk yapmayı planlı hale getirin. Bir kadın doğum uzmanına veyahut bir aile hekimine danışın ve planlı,programlı gerçekleştirin her şeyi. Çocuk yapmak istemeye de bilirsiniz ve lütfen o zaman "modern doğum kontrol teknikleri"nden birini kullanın.

Ve son olarak sizden ricam lütfen bu tür şeylere kulak asmayın. İnternetteki her bilgiye inanmayın. Sorgulayın. Düşünün. Araştırın. Güvenilir kaynakları kullanın.

P.S: Doğum Kontrol Yöntemleri konusunda Türk Tıp Öğrencileri Uluslarası Birliği için herşeyi araştırıphazırladığım blog yazısı: http://blog.turkmsic.net/scora/2012/04/20/dogum-kontrol-yontemleri-ve-kurtaj/
P.S 2: Twitter'daki "yersizhouse" ben değilim sevgili okur. Kendisi iflah olmaz şakacı bir arkadaşım tarafından hazırlanmış bir trol girişimi.

15.6.13

182 Kamu Spotu

Yine her türlü börtü böceğin yuvasına çekildiği saatlerde parmaklarım klavye üzerinde Benimle Dans Eder misin? yarışması çekimine karar vermiş oluyor blog. Açtım 90'lar pop'umu bir yandan ve başladım yazmaya...

Günler evde geçiyor artık çoğunlukla blog. Halk Sağlığı komitemiz çok önemli bilgilerin yanısıra biraz da laf salatasından oluşmasından mütevellit evde oturmuş notlardan çalışıyoruz. Haliyle bir sıkıntı basmadı değil;ama önceki evime karşılaştırınca kesinlikle cennetteyim diyebilirim. Televizyonum ve balkonum var. Evimiz sürekli temiz ve arkadaşımla çok iyi anlaşıyoruz. Yani tabi eskileriyle anlaşamıyordum demek değil bu. Onlar da hala arkadaşlarım ama ev içindeki uyumumuz şu aralar çok iyi anlayacağınız. Sebzemizi meyvemizi yiyor, kekimizi böreğimizi yapıyor,balkonda kahve keyfimizi çakıyoruz. Adeta aile tadında yaşıyoruz yani.

Evde televizyon olmasıyla beraber de tabi bir dünyadan haberdar olma olayı oluyor. Aslında Gezi Parkı konusunda yazmak istiyorum ancak o konuda çok doluyum yaz yaz bitmez. O yüzden bugün gözüme çarpan bir şey hakkında yazacağım: 182 Kamu Spotu.

Kapı açılır ve hekimimiz odasına girer. Telefonla arayan sekreterimiz de hekimimize "45 hastanız var.20'si randevulu." ve ilk hastasının kaçta geleceği bilgilerini verir. Hekimimiz ilk hastasını güleryüzle karşılar sonrası bir sohbet bir muhabbet havasında ekran bulanır. 182'nin reklamı tırıvırı....

Şimdi bu kamu spotunu ilk ve bugün gördüm. Tepkim: YUH!

Hakikaten yuh sevgili blog! Yalanın bu kadarı. Hani "Cola'da şeker yok. deseniz daha inandırıcı vallahi. Şimdi iyimser bir yaklaşımla başlamak istiyorum. Bir mesai 8 saat. Yani 480 dakika. Merkezi Hastane Randevu Sistemi(MHRS) ya da 182'nin size verdiği muayene yani randevu aralığı 10 dk. 480/10= 48 hasta sizin minimumda randevulu bakacağınız hasta oluyor. Bir kere burada bir dur diyor insan da daha derinine inelim.

Devlet hastanelerinde şu an bakılan hasta sayısı 80-100-150'lere dayanmış durumda! Bunu düşünebiliyor musunuz? Hekim bu aralıkta hastasının yüzüne bakma fırsatını nasıl bulsun ki muayene etsin!?

Normalde bir hastaya siz geçmiş alma,şikayet dinleme ve fizik muayene toplam en az 20 dk  ayırmalısınız. Ki en az diyorum yani. Peki randevu aralığımız ne? 10 dk! Mantıklı mı bu sevgili blog?

Kaldı ki bir hekim adayı gözüyle değil de vatandaş gözüyle bakıyorum. MHRS sistemini ben çok sevmiştim başta. İnternet alıp randevunu gidiyorsun. Saatin belli hekimin belli. Şu ana kadar MHRS'den randevu alıp da gittiğim ve 1 saatten az beklediğim 1 adet bile hastane deneyimim olmadı ki buna diş de dahil. Randevusuz hasta o kadar çok ki! "E randevu alsınlar o zaman." dediğini duyar gibiyim;ancak 48 kişi kotası dolduktan sonra nasıl randevu alsın adam. Pattadanak geliyor hastaneye tabi ki.

Karşıyaka Devlet Hastanesi evime yakın benim İzmir'de. Geçen sene de üşendim özeldeki doktoruma kadar gitmeye ve devlet hastanesine gittim ki şikayetlerim de gözde seğirme ve sulanmaydı. MHRS'den randevumu aldım 9'a ve gittim. 9'a 10 kala oradaydım ve muayene saatim saat 10.45'ti! O gün gözlüğümü takmamıştım. Doktora seğirmemden ve sulanmadan bahsettim.Ki bu bahsediş tamamen kendi bilincimden kendi sormadı bile şikayetin nedir diye direkt otur makineye dedi. Seğirmen nörolojik,sulanman alerjik dedi. Gözün de normal dedi ve gönderdi.

Benim o anki dumurumu görmeniz lazımdı. Zira benim gözlerim 1'e 1.25 -ki şu an daha da fazladır sanırım- miyop! Sen nasıl normal dersin bana?

Kolumda stresten çıkan yaralar için de teyzemin önerdiği Menemen Devlet Hastanesi'ndeki  dermatoloji uzmanı ise ayrı bir olaydı. Kadının kapısındaki kalabalık zaten mahşer yeri gibiydi. Kavga edenler mi dersiniz,bağıranlar mı? Bir hasta aldı içeri yarım saat oldu diye söylenenler mi? Ki hasta bir biyopsi alıyordu o sırada içeride bir hastadan. Neyse...

Ben içeri girdim içeride hekim hanım ve yanındaki masada da bir memur...Kayıt vs. için. Hekim hasta mahremiyetinden bu kadar uzakta olabilirdim sanırım. Yani evet orada sağlık çalışanı olarak oradaydı o memur ancak hekim ve hemşire dışında bir insanın benle muayene odasında olması beni feci rahatsız etmişti ki devlet hastanelerinde genel durum bu şekilde ne yazık ki.

Sen hekime 3-5 dk. verirsen hastasıyla ilgilenmesi için ve 100 hastayı dayarsan kapısına o hekimde ne çalışma özeni kalır, ne 20 hastadan sonra çalışma enerjisi kalır ne de memura ihtiyaç duymayacak kadar kayıt tutma mecali. O hekim ne tanı koyabilir doğru düzgün ne doğru tedavi edebilir.

Sen hekime hastasına ilacı nasıl kullanması gerektiğini anlatacak, etkilerini - yan etkileri açıklayacak zamanı tanımazsan daha çok bir hekimden çıkıp diğerine giderek sağlık kaynaklarını boşa harcar sevgili Sağlık Bakanlığı. Sen hekime bu kadarcık zaman verir de hekimi hastaya küstürürsen daha çok başımız yanar bizim hekime şiddetten. Sen işleri düzeltecekken olanı değil de olmayanı gösterirsen kamu spotuyla bizim işimiz iş sevgili Sağlık Bakanlığı...

İlgili Kamu Spotu: http://www.youtube.com/watch?v=JZjyURDLnLM

8.6.13

Sanırım Müptelayım

2 komite öncemiz Merkezi Sinir Sistemi(MSS) Hastalıkları komitesiydi sayın izleyen. Anlayacağınız beyin-omurilik ve bu mükemmel ikilinin hastalıkları.

Çok ilgi çekiciydi aslında ama azıcık da olsa ilgimi çekmediğinden pek takmamıştım. Nedense nörolojiye bir nebze soğuğum tıp anlamında. Hem dahili hem harici olarak. Yani tıp kısmı değil cerrahi kısmı da pek ilgilendirmiyor beni. Sebebi ise sanırım bilinmemezlik.

O kadar çok bilinmemezlik var ki beyin ve sinirler hakkında. Bu beni deli ediyor. Tabi hastası olan var;çünkü araştırma alanı evren kadar olan bir bölüm (bkz: eski ev arkadaşım)

Beyin hastalıkları demişken tabii ki psikiyatri dersleri de aldık ki ilginçtir psikiyatri ilgimi çok çeker;ama kariyer anlamında değil. Her hekimin psikiyatriyi bilmesi ve hastalarında bu tür semptomlar gördüğünde gerekli yardımı istemesinin önemli olmasından dolayı sanırım.

Tabi psikiyatri "Ruh Sağlığı" olarak geçiyor. Halk arasında "Deli Bilimi" belki de ama bir bilim "ruh"tan bu kadar uzak olabilirdi herhalde. Çünkü psikiyatrik hastalıklar -depresyon,obsesyon,mani vs.- aslında beyindeki bir şeylerin ters gitmesiyle ortaya çıkan hastalıklar ve siz bunu tedavi ettiğinizde hastalık da tedavi edilmiş oluyor haliyle nitekim anti-depresanlar,MSS ilaçları -ki çok önyargıyla yaklaşılan ilaçlar- beyindeki bu bozuklukları düzeltiyor tabiri caizse.

Gelmek istediğim konuysa bir farmakoloji dersinde anabilimdalının belki de en sevilen hocalarından Yıldırım Sara'nın anlattığı İlaç Bağımlılığı dersiydi ki bayağı ilginç bir dersti nazarımda. İnanılmaz mekanizmalar, inanılmaz ödül yolakları var işin içinde ve buzdağının görünen yüzü sadece bildiklerimiz. Bilinmeyen bir ton şey var. Ama şunu biliyoruz ki sigara irade ile bırakılacak bir şey değil veya kafein o kadar masum değil. Kokain,eroin,morfin,opioidler vs. Tüm bunlar "iptila" yapıcı yani fiziksel bağımlılığın yanında psikolojik bağımlılığın da olduğu, negatif sonuçlarına rağmen kompulsif olarak o maddenin kullanımını tarif eder. Farklı şeylerdir yani bağımlılık ve iptila. Ve kişi o maddeyi almazsa yoksunluk sendromu denilen duruma girer. Titreme,sinirlilik,ağrı ve acı çekme dahil bir ton semptom gösterir.

Peki bunları ben neden anlattım sayın izleyen? 

Üzerine afiyet Facebook ve Twitter'ımı kapattım. Hem de ağır bir sözle kendime verdiğim. Dönem 4 olana kadar açmayacağım hesaplarımı. İkisini de. Eğer bu sene olamazsam 2014 Facebook ve Twitter'sız geçecek benim için. Arkadaşlarım bu konuda bana güvenmiyorlar hatta dalga geçen çok. Dayanamayacağım sanıyorlar; ancak kararlıyım ve onlar bunun farkında değiller. Sonuçta Facebook ve Twitter olmadan da yaşıyordu insanlar. Ben yaşıyordum en azından.

Bildiğin bağımlısı olmuşum farketmeden! Tabi beni az tanıyanlar bilir söyleyecek çok şeyi olan bir insan ve söylemeyi de seven bir insan olduğumdan bunları kapatmak bir stres yaptı. Yapmadı değil.
Ama ders çalışmalıyım blog. Ciddi ciddi hem de...

Birçok mail grubundan da ayrıldım. Yani artık IFMSA ve TurkMSIC mailleri de yok. Dizimag'i de sık kullanılanlarımdan sildim.Zaten takip ettiğim diziler sezon arasındalar. Yeni dizi de yok. Şu an internette sadece blogum var sosyal medya anlamında anlayacağın ve ben yoksunluk çekiyorum! Ancak üstesinden geleceğimden eminim.

Şu an Halk Sağlığı komitesindeyiz -ki en yüksek yüzdeli ve son komitemiz- ve final için çalışıyorum 8-9 Temmuz'daki. Bu komiteden yüksek alırsam finalde çok çok avantajlı konuma geçeceğim ki bütünleme stresini yaşamak istemiyorum ablamın düğününün olacağı şu güzelim 2013 yazında.

O yüzdendir ki internetle bir miktar kestim ilişkimi. Arada bir blog yazarım o kadar. Oya-Bora'nın da şarkılarıyla can verdiği Çağan Irmak'ın ilk uzun metrajlı filmi olan -aslında berbat bir film ,ki kendisi de söylüyor bunu, ama benim bayıldığım film- filmin adıyla kapatayım bu yazımı da sayın izleyen: Bana Şans Dile...

Bu da şarkısı: http://www.dailymotion.com/video/x46n3c_oya-bora-bana-sans-dile_music

...

.....

...

...

Yorumlar....

Yorum.