8.12.14

Öğleden Sonra Yazısı

Bir soğuk Ankara günüden daha merhaba sevgili okuyan. Hatırladınız mı bilmiyorum ama buralara yazıyordum ben bir aralar. Hatırlamadıysanız da sizi suçlayacak değilim zira ben dahi unutmuş durumdayım yazmayı emin olun. Halbuki deseniz ki bana "Serdar söyle bakalım nasıl kafanı boşaltırsın? Neler yaparsın boş zamanlarında?" yanıtım "Yazarım." olurdu genelde; ama artık neredeyse böyle bir cevabı vermeye korkuyorum. Ar ediyorum demeye resmen; çünkü "Hani ne yazdın, göster." deseler kalırım karşılarında günışığında kalmış baykuş gibi.

Hayır hayatım çok dolu bik bik gibi bir söylenmeye de hakkım yok. Pediatri bitti, biteli de çok oldu üstelik. Neyse ki stajdan geçtim, kalmadım çok şükür. Üzerine de hatta pediatrinin seçmelisi "Çocuk Acil"i dahi yaptım 2 hafta. O kadar da meşgul değildim; ama işte olmayınca olmuyor yani yazmadım. Üşengeçlik başa bela tabi...

Neyse şu aralar kadın doğum stajımın tadını çıkarıyorum sevgili okuyan. 2 ay pediatrinin yoğunluğunun ardından kadın doğum stajı adeta bir tatil gibi doğdu hayatıma. Kadın doğumcular iyi insanlar olduklarından boş takılmamıza izin veriyorlar Allahtan. Hem de baya veriyorlar! Günde kaç film bitirdiğimi ben unuttum yemin ederim. Yeni yeni yönetmenlere filan dadandın. Filmografilerini izlemeden bırakmıyorum o derece. Kitaplar desen aldı başını gidiyor. Diyete devam ediyorum. Sene başından beri "Çok zayıflamışsın Serdar." cümlesini daha da duymak istiyorum. Dış görünüş için kilo vermiyorum; daha çok diyabet, hipertansiyon gibi hastalıklar için gerekli risk faktörlerini taşıdığımdan aslında başladım ama görünümüme katkısını da yadsımayacağım sonuçta. İnsan mutlu hissediyor kendini.

Şu aralar işaret dili eğitimi alıyorum. Tabi tamamını öğrenmek ne yazık ki şu sıra benim için pek mümkün görünmüyor ama en azından kendi mesleğim açısından ileride işitme engelli bir hastam olursa en azından kendisiyle küçük bir iletişim içinde olmak isterim diye düşündüm. Hocamız dünya tatlısı bir adam. Kendisinin de belli bir miktar işitme kaybı var; ancak iletişim yeteneği çok iyi. Onun sayesinde işitme engellilerin bakış açısına aşina olmaya, onlar gibi görmeye başladık gibime geliyor. Mesela işitme engelli çoğu vatandaş yeri geldiğinde iletişim kuramadığı için doktora dahi gitmiyormuş söylediğine göre ve bu beni çok üzdü. Bu alandaki eksikliklerden, yanlışlardan bahsetti. Tabi ki hemen hepsi devlet düzenlemelerine bağlı hata ve yanlışlar ancak toplum olarak da masum değiliz ne yazık ki.

Geçen ders bir şey oldu ve çok hoşuma gitti aslında bu. Hocamız bir ülkenin işaret dilindeki adını hatırlayamadı ve çıkardı telefonunu 3G görüntülü olarak arkadaşını aradı ve işaret dili ile anlaşarak kelimeyi öğrendi. O kadar güzel geldi ki bu bana. Düşünsenize teknoloji ile bu kadar büyük bir engel artık engel olmaktan çıkıyor. 3G öncesi tabi ki SMS kullandıklarını hatta SMS kullanılmasının daha iyi olduğundan bahsetti hocamız. Böylece işaret dili dışında kısıtlı kelime haznesine sahip işitme engelli vatandaşlarımızın SMS'le en azından kelime haznelerini geliştirdiklerini vs. söyledi; bir yerde katılmadan edemedim ancak görüntülü bir şekilde jest ve mimiklerle ve kendimi ifade edebildiğim işaret dilim varken SMS'in de beni kısıtlayacağını düşündüm onların yerine koyarak kendimi. O yüzden bunun yararlı mı zararlı mı olduğu konusunda biraz da nötr kaldım diyebilirim.

Artık yavaş yavaş kullanmaya başladık. Hafif hafif iletişim koyabiliyoruz; ama tabi ileri seviyede değil. Tabi ev arkadaşımın da aynı eğitimi alması pratik yapma şansıma ağır bir katkı sağlıyor itiraf etmem gerekirse. Umarım bu temel olur ve ileride ilerletebilirim.

Haftaya yurtdışına staja gitmek için girmemiz gereken TurkMSIC sınavı var. İngilizce ve tıp bölümlerinden sorular yapmamız gerekiyor. Kendime güvenmiyorum pek ama yine de bir şansımı deneyeceğim. Belki yazın Romanya'ya filan giderim. Tabi yine de ihtimal vermiyorum; düşünmenin kimseye zararı olmaz diye düşünüyorum. Bakalım haftaya nasıl bir sınav bekleyecek bizi. O zamana kadar da azıcık İngilizce bakayım diyorum. Lisede yabancı dilinin Almanca olması ve hazırlık da okumamak açıkçası korkutuyor insanı sonuçta. Umarım iyi geçer.

Geçmezse de çok da önemli değil. Çay içerim geçer. :D




10.10.14

Bir Başka Gece Yazısı

Ah yine yazmayalı yüzyıllar olmuş sevgili bloguma...Öyle ki "En son ne yazdım ben ya?" diyerekten geçmiş yazılarımın arasına bile daldım son yazıma bakayım isterken...

Son yazımdan devam edersem Lucy'i sonunda izledim. Çok tuhaf -aslında biraz da abartı- bir bakış açısıyla işlenen insan potansiyeli olayı gibi geldi. Ama düşünce fantastik ve her ne kadar saçma gelse de içimizden ufak bir parçanın da "Ah keşke olsa..." şeklinde dilediğimiz bir olay. İzlemeyenlere öneririm, zira ne kadar kötülemeye çalışsam da beğendim filmi.

Peki o yazıdan sonra ne oldu? Evet, çok doğru bir tahminde bulunduğunu düşünüyorum -bulunmadıysan çaktırmadan okumaya devam et :) - Ankara'ya döndüm! Ancak 2 yıl üst üste çektiğim dönem 3'ün yegane amacı olan dönem 4'e bir diğer deyişle "Stajer Doktor"luğuma başlamak için!! Nitekim başladım da :D Hem de -beklediğim üzere- Pediatri yani Çocuk Hastalıkları stajıyla.

Başlamak ama ne başlamak! Yani geçen seneden ev arkadaşım da aynı süreçlerden geçtiğinden hatırı sayılır miktarda bir bilgiye sahibim ve kendimi de buna göre hazırlamıştım zaten de insan karşılaşınca daha bir farklı oluyor haliyle. Yoğunluğumuz inanılmaz! Aslında dönem 3 ile karşılaştırıldığında pek değil gibi görülüyor kağıt üzerinde;ancak iş uygulamaya geldiğinde ne yazık ki akşam eve haşat halde gelmiş oluyorum. İlk 3 hafta propedötik -muayene eğitimi- eğitiminin yanında teorik dersler diğer 5 hafta servislerde hasta başı eğitimleri, ünitelerde küçük grup dersleri, patoloji konferansları üstüne katılmamızın zorunlu olduğu mortalite, vaka ve poliklinik vaka toplantılarıyla enerjimizi hastanede bırakıp çıkmamız;ancak üstüne eve gidip hastalarımızı,ilişkili durumları ve tabi ki sınava çalışmamız gerekli. Hal böyle olunca ne spora vakit kalıyor ne de diyeti adamakıllı sürdürmeye. Ancak yine de elimden geleni yapıyorum o konuda. Yani en azından hoca bakmazken bir iki adet diyet bisküviyi ağza tıkmak elimden gelenin en iyisi sayılırsa. Yoksa bir şeyler yemeye zinhar vakit yok sevgili okuyan. Kaç arkadaş patır patır fenalaştı düşük şekerden ne sen sor ne ben söyleyeyim;ama alıştık haliyle. Şimdilerde daha iyiyiz. Vakit aldı tabi adaptasyon ne de olsa. Umarım yazın verdiğim 3-5 kiloyu da bu nedenle geri almam :(

Hasta başı eğitim demişken tabi ki 4. sınıf olmanın en güzel olayından bahsetmeden olmaz: Hastalar!

Pediatride olduğumdan hastalarım pek tabii ki çocuklar. Ve benim gibi çocuk görünce ağzı burnu kayan sırf çocuk gülsün diye şekilden şekle giren bünyeye yapılacak şey mi bu blog! Yapılacak şey mi bu stajdan başlatmak?! İlk servisimiz olan Onkolojideki hastalar -ki kendileri çok ağır tedaviler almaktalar- gülsün diye elimden geleni yaptım. Bazılarında başarılı oldum; ama bazılarında ne yazık ki olamadım :/ Zira çocuklardaki o yabancılama ve üzerimdeki beyaz önlük en büyük düşmanımdı sanırım. Hatta ilk hastamdan şöyle bir hediye bile aldım. Kendisi 7 yaşında bir kız hastamdı.(İTİRAF: Aslında benim hastamla aynı odada kalan, başka bir arkadaşımın hastasıydı;ama olsun :D Benim hastam daha büyük bir yaştaydı çünkü)

 

Sonraki servisimiz bebek servisiydi ve buradaki hastam onkolojideki büyük hastalarımın tersine 1.5 aylık bir bebekti. Kendisi tatlılıkta sınır tanımıyordu tahmin edebileceğiniz üzere;ancak araya bayram girdiği için kendisiyle çok fazla ilgilenme fırsatım olamadı ne yazık ki günlük muayenelerim dışında.

Pazartesi ise adölesan servisine geçiyorum. Orada da arkadaşlarımın dediğine göre çok çeşitli yaşlarda ve çok çeşitli nedenlerden yatan hastalar mevcutmuş. Umarım güzel geçer...


Tabi sınava az kaldığını ve benim konularımı yetiştiremediğimi söylememe gerek yok sanırım. OY DAĞLAR!!!

P.S: Bir sonraki yazım beni deli eden üst komşum üzerine olacak sanırım! ŞU AN BİLE -23.52- KADIN MOBİLYA ÇEKİYOR YUKARIDA YA!!!

18.8.14

Gece Yazısı

Şu sıralar oldukça nadir bir şekilde kurulan bir cümle ile başlamak istiyorum yazıma sevgili blog: Serin bir İzmir akşamında yine geçtim klavyenin başına.
Tahmin edilebileceği üzere cümlemizi nadir kılan "serin" sıfatı; çünkü burada -İzmir'de- o yok! Esen rüzgar dahi isyan ettiriyor sıcaklığından. Tabi bunları söylerken Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde ikamet eden arkadaşlarıma da bir selam çakmak isterim;çünkü biliyorum ki kendileri bu yazdıklarıma şaka gözüyle bakıyorlardır. Oraların sıcağını bilmiyorum;ama hayal edebiliyorum. Kendilerine acil serinlikler dilemekten de başka çare gelmiyor elden tabi ki.

Geçtim klavyenin başına dedim ya blog. E tabi müziksiz olmaz. Zaten gece + müzik + yazmak adeta ritüel halini aldı bende. Zaten stres atmam için elimde sayılı yöntem var. Bu da onlardan biri olunca kıymeti gittikçe artıyor gözümde. Gönül ister ki daha sık gerçekleştireyim bu ritüeli. Neyse bu aralar müzik bazında kafayı "Thirteen Senses" adlı gruba takmış durumdayım. İlginç bir şekilde bütün şarkılarını beğeniyorum. Tuhaf olansa grubu keşfim için -ne kadar komik olsa da böyle yazmalıyım sanırım- Cumhurbaşkanı/Başbakan R.T. Erdoğan'a teşekkür etmeliyim. Sebebi ise Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesine o kadar üzülmemle/kızmamla ne zaman üzgün veya kızgın olsam yaptığım Harry Potter okumak veya Grey's Anatomy izlemek eylemlerinden ikincisini tercih etmem. Moral bozukluğuyla tekrar başladığım Grey's Anatomy'nin ilk bölümünün sonunda çalan bir şarkıyı azıcık internette aramam ile tanıştım grupla ve çok sevdim. Buraya da ekleyeceğim. Umarım sen de beğenirsin sevgili okur.


Tatil için Dikili'deydimdim blog ki bir önceki yazımda bildirmiştim. Beklediğimden iyi bir tatil oldu. Ailemle oldukça güzel vakit geçirdim. Kitap okuyamadım ama en çok ona üzülüyorum. Yani okudum ama istediğim verimde olmadı diyelim. Rüzgarı Dizginleyen Çocuk'a başladım. Aynı zamanda aylardır bitiremediğim "Kinyas ve Kayra"yı da bitirmeye çalışıyorum; neden çalışıyorum? Çünkü gitmiyor kitap. İlerlemiyor! Zaten karakterlere sinir oldum;ama onu bir başka yazıda anlatırım. Hatta kitabı bitirdikten sonra anlatmam daha uygun olur diye düşünüyorum. Gittiğimiz yer tam bir emekli yeriydi. Genel olarak Dikili öyle zaten. Sakin,sessiz, kafa dinlemelik. Tabi ergen kuzenlerimle olunca kafa dinleme kısmı pek olamadı bendenizde ama yine de eğlenceliydi. Bir diğer hatamsa interneti kapatmamam oldu sanırım;ancak o zaman da arkadaşlarımla iletişimi kesmem gerekirdi ki bunu yapamadım. Yapsam herhalde tam tatil olacaktı.

Şimdi İzmir'deyim. Hayat tarzı haline getirmeye çalıştığım diyetim tam gaz sürüyor. Tabi ki diyetisyenimin bana verdiği diyetle yavaş ancak sağlıklı bir şekilde zayıflıyorum;ancak kastan değil de yağdan verdiğim için arkadaşlarım inceldiğimi söylüyor. Hatta geçenlerde arkadaşımın hediye ettiği 36 beden kot pantolona girdim. Ama pantolonun geniş kesim ve esnek olmasının bu konuda çok da etkili olmamasını umarak (!) kendimi avutuyorum blog :D

Bir diğer yaptığım şey ise dizi izlemek. Zaten beni takip edenler bilir dizi hastası bir insanımdır. Öyle ki dizimag'in kapanmasından sonra izlediğim,takip ettiğim dizilerin bölümlerini karıştırmaktan çok korkmuştum. Neyse ki bir arkadaşımın tavsiyesi ile bir site keşfettim. Episodecalendar.com bu konuda beni kurtaran site oldu. Tüm dizilerini ekliyorsunuz ve o da size takvimini getiriyor. İzlediklerinizi işaretliyorsunuz vs. Şu anda 23'ü devam etmek kaidesiyle tam olarak 29 dizi takip ediyormuşum. Yani 6 dizi bitirmiş kendini. 2098 bölümden de 1982 bölüm izlemişim. Az kalmış ha? Bu yaz bitiririm diyorum ki seneye taze bir başlangıç yapayım.

Bir diğer vazgeçilmez tatil aktivitesi de takdir edersin ki arkadaşlarla buluşmak. Haftasonu arkadaşlarımlaydım. Onlarda kaldık. Ece,Ahmet,Gizem ve ben. Cansu'nun migreni tuttuğu için gelemedi ne yazık ki. O illet hastalık zaten en olmadık zamanlarda vurur insanı,deli eder. Annemden biliyorum zira.
Neyse dördümüz çok eğlendik. Sohbet ettik,hayatlarımızın gidişatını yakaladık,film izledik, erik rakısından nefret ettik,nefis kahvaltı ettik, birbirimizi snaplere boğduk -Ahmeti de snapçi yaptık- Olabilecek en iyi şekilde değerlendirdik vaktimizi.

Film olarak Evrim (Trasendence)'ı izledik. Bilim kurgu açısından gayet etkileyici bir filmdi;ama ben sonunu beğenmediğimi itiraf etmeliyim. Biraz sınırları zorluyor gibiydi. Neyse spoiler vermeyeyim de izleyin. Beğenirseniz yorumlayın. Diğer filmimiz ise eski ev arkadaşlarımın izlemediğim için beni hep kınadıkları;aslında benim de çok isteyip de bir türlü vakit bulamadığım Godfather'dı (TAMAM KÜFÜR ETMEYİN!) Biliyorum baya bir kızdınız bana daha önce izlemedim diye; ama napayım kısmet bugüneymiş. Tabi ki devamlarını da izleyeceğim merak etmeyin.

Son olaraksa Maleficent ve Spiderman 2'yi izledim. Maleficent'a bayıldım! Bir masalı bu kadar farklı bir şekilde bitirmeleri beni benden aldı. Klasik bir Disney'in dışına çıkış gördüm ki biraz da Frozen'ı hatırlattı ve Disney'in sanki "True Love (Gerçek Aşk)" kavramını artık farklı açılardan ele alma çabası olduğunu gösterdi bana. Spiderman 2 ise görselliği ile tabi ki büyüledi; ancak sonuyla üzdü. Baya üzdü...Bir ara ise Lucy'i izlemek istiyorum; tabi bu sıcakta dışarı çıkmayı göze alabilirsem!

1.8.14

Kemik Torbası...

Çok önceden bir kitap okumuştum. Stephen King'in...Sevmem aslında Stephen King'i. Yani en azından o kitabından sonra sevmemeye başlamıştım. Kemik Torbası...
Ondan önce "O" kitabını okumuş ve bir kitaptan ilk kez korkmuştum sevgili blog ama konumuz bu değil.

Neden Kemik Torbası'ndan bahsederek başladım anlatayım: Kitap yazarımız Michael Noonan'ın karısını kaybetmesi ile tabiri caizse hayata küsüp bunalıma girmesini ve bu yüzden de hiçbir şey yazamamasını yani yazarlara özgü "Duraklama Devresi'ne girişini ve ardından yazlık evine taşındıktan sonra bir dizi garip olayı anlatıyor. Tabi hikayenin benle ilgili olan kısmı anladığınız üzere "bir dizi olay" değil "Duraklama Evresi." ; çünkü bendeniz bu yıl içinde bu duraklama devresi olayından fena halde muzdariptim ki yazılarımın tarihlerini takip ederseniz ne demek istediğimi net bir şekilde anlayabilirsiniz. Sebebi de tabi ki tahmin edebileceğin üzere dönem 3'te kalmak.

Çok kez geçtim parlayan ekranın karşısına. Açıp boş sayfaya baktım, yazdım sildim, yazdım yayınlamadım. İstemedim içimdekileri dökmek bir çırpıda ya da yapamadım. Yetersiz geldi kelimeler. Çok zor geldi hissettiklerini,düşündüklerini yazamamak. Anlatamadım derdimi boş sayfaya. Daha da delirdim.

Neyse ki geçti. Ve ben öğrendim. Haksızlıklara maruz kalmanın ne olduğunu gerçek anlamıyla öğrendim. Ve insanların yüzsüzlüğünü de. Yüzüne gülüp de arkandan neler yapabilecek potansiyelde olduklarını çok iyi anladım. Bundandır ki yılın ilk yarısı benim için depresyon içinde geçti. Mutlu Serdar yoktu o yarıda. Mutlu görünen Serdar vardı. Hatta biraz sinir bozucuydu. Bunları anlatmayacağım;zira hep yetersiz kaldım anlatmaya. Bu yıl da bir ton hatalı soru, bir ton insafsız hoca vardı. Artık uğraşmak bile istemedim. Sadece etkilenen arkadaşlarıma üzüldüm.


Şimdiyse artık o yakada duran dandik vesikalık fotoğrafımın bulunduğu, altında "Stj. Dr." yazılı kartı almaya hak kazandım blog. Artık 1 yıldan beri kitaplığımda tozlanan kutusunda inc gibi saklanan steteskopumu kutusundan çıkarmanın zamanı geldi. Eylül'de 4. sınıfıma başlıyorum.

Şu an ise yaz tatilimin keyfini çıkarıyorum. Günlerim yatmak, dizi, kitap ve diyet-spor ilegeçiyor. İzmir sıcağında yaşamaya çalışıyorum anlayacağın. Pazar günü ise ailecenek - ama öyle anne,baba kardeş ailecenek değil bildiğin teyzeler çoluk combalak filan kalabalık ailecenek- olarak Dikili'ye tatile gidiyorum. Orada internetim olmayacağından yazamayacağım büyük ihtimal;ama seçim için geleceğimden o zaman yazarım ayrıntıları da çok heyecanlı şeyler olacağını düşünmüyorum. Zira tam istediğim gibi kafa dinlemeceli bir tatil olacak gibime geliyor. Deniz, kum, kitap ve okeyli bir tatil haftası! Daha ne isterim blog :D

Not: Kemik Torbası'nın dizisini de yapmışlar. Vay arkadaş!

27.2.14

Öğle Arası Yazısı


Burnumun akışı...durduramıyorum blog...Biliyorum hep seni ihmal etmekten geliyor bunlar başıma.

Şu an okulun bilgisayar laboratuvarındayım. Oradan yazıyorum şaşkınlıklar içinde. Neden dersen gelmeyeli ne kadar oldu buraya bilmiyorum ama bir gelişmiş. Sandalyeler yenilenmiş. Monitörler düzelmiş. Bilgisayarlar güncellenmiş. Her ne kadar Chrome-Firefox-Yandex gibi tarayıcıların yüklenmesine inanılmaz bir direnç görülse de en azından Explorer'ın son sürümü var ki bu bile bir başarı bu okul için emin ol.

Facebook vs. tabi ki kapalı. Giremiyorsun. Ama şaşkınlığıma şaşkınlık katan 8tracks'e buradan girebilmem ve The Perks of Being a Wallflower'da da dediği gibi "good music" dinleyerek parmaklarımı çalıştırabiliyorum klavye üzerinde. Youtube da açık bak şimdi farkettim. Şaşkınlığım katlandı bak...

Öncelikle ne kadar uzun zaman olmuş yazmayalı. Onu farkettim. Aslında çoktan farketmiştim ama bir türlü başına oturma fırsatı bulamadım blog. Bu konuda bahanem de yok. Tatil filan da vardı halbuki; ama olmadı işte. Yazamadım. Olmayınca olmuyor tabi. Çok gece boş sayfayı karşıma açtım da kapadım. Üşendim galiba. Ama az önce dersimi satıp da MEDISEP odasına gittim ve içimde bir his bir his...Hani olur ya böyle gelmiştir başınıza. Açıklayamazsın. Kötü bir şey olacak hissi. Böyle iman tahtasının hemen altında. Mideyi de karıncalayan o çirkin duygu. Havadan mı dersin,sıkıntıdan mı...Bilemedim. Umarım yanılıyorumdur ve bana yaşattığı sıkıntıyla kalır burada bu his.

Belki yazmak iyi gelir dedim de attım kendimi buraya anlayacağın. Bekleyemeyeceğime karar verdim eve kadar. Belki de geçen hafta gittiğim partidendir bu his...Çok içtim...Sarhoş oldum. Ama öyle "Offf hiçbir şey hatırlamıyorum abi!" sarhoşluğu değil. Eğlenmeyi arttıran, güzel insanı daha güzel yapan sarhoşluktu. İstemeden birilerini kırmış olabilirim. Her ne kadar sanmasam da...Kütüklüğüm mü tuttu acaba? Bilmiyorum. Of neyse girmeyeceğim bu konuya.

Bulaşık makinesi alıyoruz! Yani alacağız. Ama daha karar veremedik. 2. el mi almak yoksa sıfır alıp taksitle ödemek mi? Sıfır alıp taksitle ödemek sanki daha mantıklı geldi 3-4 yıl kullanacağımızı düşündüğümüzde. Çünkü bilen bilir; bulaşık, bir öğrenci evinin laneti! Çıkmaz sokağı! Bitmeyen çilesi! Hele ki gününü dakikalarla sayan biz tıpçılar için. Hayatımız ev arkadaşımla bulaşık yıkamak üzerine kurulu resmen. Ufak bir sorun mutfağın -ki bize özel değil lanet olası şehirde her evin mutfağı!- küçücük olması. Biz de eve girdiğimizde bulunan ocak-fırını çıkarıp bulaşık makinesi üzerine set üstü ocak koymakta bulduk çözümü. Zaten bir elektrikli fırınımız olduğundan gazlı fırını kullanmıyorduk. O yüzden çok bir şey değişmeyecek gibi duruyor hayat kalitemizin artması dışında.

Neyse anlatacak çok şey var da çok karışmasın yazı. "Public" yazan biri olmasam neler neler yazacağım da...Belki ileride takma ad ile blog açar ya da kitap yazarım blog...Bilemedim. Olmuyor böyle...

6.1.14

Yılbaşı-Eskişehir

"Yazmayalı yine bir aydan fazla olmuş blog ki bence buna da şükretmek lazım. Bir ton koşturmaca arasında zor vakit buluyorum buraya (Evet,tamam. Ben de yemedim. Haklısın.)

Sağlık,mutluluk,huzur bla bla girmeyeceğim lafa. Zira bundan 2013 için de ondan önceki için de ve ondan önceki..."
diye kalmışım son yazı taslağımda blog...Şu an o kadar yorgun o kadar yorgunum ki gözlerim durduğu yerde kapanıyor ama geldi bir kere lanet yazma isteği ondan engel olamadım yazmaya devam edeyim dedim. Neden yorgunsun dersen? Sabah 8.40tan beri 8 saat ders dinledim. Üzerine TUS dershanesinin dersi de eklenince 12 saattir non-stop ders dinliyorum blog ve beynim yandı sanırım az önce. Resmen yanık kokuları geliyor burnuma.

Neyse..Devam edelim. Dediğim gibiher yıl aynı şeyleri diliyoruz da hemen her yıl bir öncekini aratır nitelikte blog. Sence de öyle değil mi? Gerçi 2013'ü hayatımda bir kara leke olarak anacağım orası kesin. Hayatımda keşke olmasaydı dediğim yıllardan; lanet olsun ki ablamın evlendiği bir yıl filan...Azıcık oradan kurtarıyor. Yoksa sileceğim yani kafamdan. Umarım 2014 selefinin izinden yürümez de az güldürür yüzümü.

Peki yeni yılda ne yaptım blog? :D Eskişehir'deydim! Ev arkadaşımın ailesini ziyarete gittik. Şimdi in san doğal olarak soruyor: Mal mısın çocuğum? Neden İzmir'e biricik aileni ziyarete gitmedin? diye ki haklı bir soru kanımca. Ancak işler planladığım gibi değildi. Yoksa ben de istemez miydim ailemle geçireyim yeni yılı. Ama işte kader...Zaten 9'daki trenine 20.10'da evden çıkmak üzere hazırlanan arkadaşımın ısrarı ile son anda karar vererek gittim ki perşembe günkü laboratuvar için geri dönecektik. Ama sonra noldu ne bitti bilmiyorum bir baktım cumartesiye kadar oradayım. Laboratuvardır,derstir...Öyle böyle satmadım! Hepsi uçtu gitti. Sonra da işte böyle TUS dershanelerinde "belki aklımda bir şey kalır." umuduyla derslere koşuyorum işte. Hiç de öyle pat diye bir şey yapan biri değilimdir. Oturur,planlar öyle giderim vs. ama işte oldu. Eh haliyle anneden de yedik fırçayı "Madem satacağın vardı neden İzmir'e gelmedin?" diye...Haklı tabi kadın. Ama işte...

Yılbaşında sakin standart bir Türk ailesi kıvamında girdik 2014'e...Reyhan Teyzeciğimin enfes yemekleri ve profiterolü eşlik etti bize. Gecemizi de Cem Yılmaz ve Tolga Çevik şenlendirdi. Bildiğin aile yılbaşısı işte :D

Ama tatil yapmaya da gitmedik tam. Oğuzhan Kadın Doğum sınavına ben de derslerime çalıştım. Hem de Anadolu Üniversitesi kütüphanesinde! ALLAHIM O NASIL YER YA!

Resmen aşık oldum blog. Bizim kütüphane halt etmiş yanında! Tekli çalışma odaları,çoklu çalışma salonu,manzaralı masalar,tekli bölmeli masalar,raf raf yüzlerce her konudan kitap! Ve asıl bayıldığım gazete arşivleri! Hemen her gazetenin her sayısının bulunduğu arşiv! Cilt cilt,çarşaf çarşaf! Oturup 80leri 90ları okudum gazetelerden...O yılların olaylarını gün gün okumak çok tuhaftı,çok hoştu. Kütüphanede çalışan arkadaşımızın da torpiliyle güzel bir gün geçirdik. Liseden arkadaşım Selin'le karşılaşmam da çok güzel bir tesadüftü. Gerçi pek tesadüf sayılmaz zira sosyal medya karşılaşmamıza ön ayak oldu :D

Kütüphanesinin yanında kampüsüyle de beni kıskançlığımdan çatlattı üniversite o da ayrı mevzu.


Şimdi ise o sattığım derslerin acısı burnumdan geliyor. Konularımı yetiştirmeye çalışıyorum. Endokrinden de 59 aldım...Amfi ortalamasının 52 geçen seneki notumunsa 39 olduğunu düşünürsek fena değil bence...

Eh sanırım bendeki havadisler bu kadar...Aslında vardır da yorgunluktan beynim durdu aklıma gelmiyor büyük ihtimal. Ama söz gelecek sefere arayı bu kadar uzatmayacağım blog.

...

.....

...

...

Yorumlar....

Yorum.