31.12.10

Hadi 2011'de gidelim alayına!

Geçen sene yazmışım bunu bi tık 
Okudum tekrar ve aynen gerçekleştiğini farkkettim yazdıklarımın Müneccim miyim ne? =D
Bu sene de böyle olacak eminim; ama bu sefer bi fark var.Küçük bir fark; ama önemli de bir fark
Geçen sene YGS-LYS'ye hazırlanan, bir önceki senenin başarısızlığı üstünde, tıp aşkıylan yanıp tutuşan bir gençtim. Stresliydim,sinirliydim.Gereksizdi her şey. Test çözmeliydim.Ne yapacaktım ki?
Ama bu sene...bu sene istediğim yerde istediğim bölümü okuyorum. Mutluyum. Ailemden ayrıyım. Hüzünlüyüm ve farkkettim ki o midenin bozulması bile aslında hayatımdan çıkmasını istemediğim ayrıntılardanmış.
Belki gelecek sene gelemeyeceğim buraya(eve). Bu senelik programım uygun geldi; ama gelecek sene bakalım uygun gelecek mi?
İşte bu muammadan ötürü: Ailemleyim. Yeni yıl onlarla kutluyorum. İzmir Ankara geceleri aksın ben evimde akıyorum 2011'e =)

Hadi iyi yıllar. 2010 istediğimi verdi bana.Tıp fakültesine girdim.Umarım 2011 de ilk senemi bitirmemi sağlar. =)

22.12.10

Hasta Değilsem Bile Hasta Oldum Sayende Hacettepe!

Sonunda odayı boş bulup, zamanı tutturup, kahveyi doldurup da önüne gelebildim blog. Anlatacak çok şey var şu aklımda da üşengeçlikten, zamansızlıktan ve de bilimum internet yetersizliğinden yazamadım.

Öncelikle şunu belirteyim; komite depresyonundan sıyrıldım sayılır. Tabi buna, geçmişi unutmam mı yoksa ikincisine hayvan gibi kasmaya başlamamla depresyona vaktimin olmaması mı sebep oldu tam olarak çözemedim; ama haticeye değil neticeye bak der atalarımız ki benim kendilerine saygım sonsuz. Doğru söze ne hacet azizim..

Histoloji dersimiz başladı ve ben komite 1'deki başarısızlığımın nedenini buldum! Görsellik eksik yaa!! Tıbbi biyolojide gördüğümüz, herkesin ezberlediği ve komite sonrası unuttuğu o proteinler, hücre iskeletleri neyin şu histoloji sayesinde sonunda gediğine oturdu bende de ileride fena girecek ne yazık ki ondan korkuyorum.

Geçen ne oldu? Dersteyiz. Hocamız ders anlatıyor. Ve o kadar iyi anlatıyor ki bildiğin aydınlanıyorum derste. Böyle vahiy geliyor,nur misali ışıklar sarıyor dört bir yanımı, aman sabahlar olmasın moddayım. Sen arkadan bi ses, bi gürültü...Çat! Kadın kesti dersi, gitti! Haklı! Sonuna kadar haklı bence. Yahu kadın profesör! Gelmiş sana, işi mi yok gücü mü yok. Birinci sınıfsın yani asistan neyin göndermemiş ders anlatmaya,kendi gelmiş. Hemi de hücre yani!Kıytırık hücre! Sen kalk kadına saygısızlık yap!

Derste telefonu çalan mı dersin,konuşmalar gülüşmeler mi dersin...Gırla! Kadın da seni mi çekecek? Çekmez tabi. Bastı gitti. "Anlatmadığım yerden soracağım" dedi. Ve bazıları da  "E yuh!" dedirdetecek bir camışlıkla "En azından nereden çıkacağını öğrendik" diye sevindi. Anladım bu ülke doktorlarının neden böyle olduğunu. Bizden bi cacık olmaz zira.

Bugün laboratuvar dersi vardı mesela. Deney yapacağız.Verdiler elimize üresidir, üreazıdır. Enzimi ekle, al asitle çalkala. Olay bu yani. Bunu yapıp grafik çizeceğiz. 4 saat yapamadık!

O değil, deneyi yaptık. Veriler dandik! Kimseninki kimseninkiyle uyuşmuyor. Arkadaş da aldı eline kağıdı kalemi diğerlerini geziyor. Bütün verilerden gözümüze hangisi hoş gelirse, onu yazacağız diyorlar. "Yahu" diyorum " kendi verilerimizi yazalım. Hatallıysa da bir şey olmaz. Geçen hatalı yaptım, takmadılar." diyorum. Yok! İlla en iyisi olsun. E yalan atıyorsun! Neresi iyi! Ne o? Tıp öğrencisi deney yapıyor! Sen öyle san! Hayatımız kopya olmuş, bu da kopya olsun ne yazar mantığı! Yarın öbür gün hastada da kopya çekersin yan doktordan di mi!

Bir diğer atar konumsa sağlık sistemimiz. Daha doğrusu Hacettepe'nin durumu.

Efenim, kolumda böyle sivilcenin patlamış hali mi desem, su çiçeğinin yandan yemişi mi desem yoksa kıçı kırık bi döküntü mü desem; ne desem bilemediğim kızarıklıklar var. O gün,  işim erken bitmiş, tam da böyle hastane havamdayım. Bir arkadaşımın da ayağında tırnak batması varmış. Dedim gel beraber gidelim sağlık merkezine. Nese gittik bizim okulun sağlık merkezine.
 
Girdim adamın yanına. Bir kere ahanda şurada bahsettiğim ortam yok yani, söyleyeyim. Öğrendiğimiz her şey yalan yani. Oturdum, adam bana bakıyor, ben adama. Sonunda adam sordu sorunumu da öyle geçebildik muayeneye.

İşte kolumu gösterdim beyimize. Bir inceledi eller cepte bir şekilde şimdi, Allahı var,yalan söylemiyim." Valla su çiçeğinin son safhasına benziyor." dedi.  Adam, artık nasıl baktıysam adama, " ama öyle gidip gelmez su çiçeği." diye devam etti tırsak bi sesle. Mal yaa! " Sen bi cildiyeye görün." dedi. E bravo monsieur!

Ben salağım ya, öyle laf olsun diye geldim sana! Bana bi kağıt neyin yaz di mi! Alın bu çocuğu diye. "Nasılsa öğrencisin seni alırlar hemen." diyor. Nah alırlar! Öyle olmuyo işte o! Arkadaşa da hastaneye git dediler.
Anlıcağınız bizim sağlık merkezi insanlara hastaneye gidin demek için açılmış bi yer.

Nese gittik cildiyeye - dermatoloji değil işte cildiye! Bana randevu vermedikçe cildiye diye anıcam sizi kahrolsun dermatoloji!- Tabi doğal olarak almadılar muayeneye. Çarşamba sabah veriyorlar randevuları ve bizim de lab. derslerimiz var gelemeyiz filan diyoruz. Mal mal yüzüme bakıyor.

Asistanla konuşalım dedik, karı suratımıza kapattı kapıyı! Pislik! Kıçı fezaya çıkmış aspamın bi de atar yapıo "Aaa bakamiciiim diye!" Hayır yapacağı şey de ne? Bakçak, iki tahlil isticek! Nörolojik mi dermatolojik mi bi anlasam rahatlıcam!

Arkadaşın ayağı da kötü. Onun için de dahiliye, acil, cildiye ne varsa dolandık. Sonunda acilde ortopedi dediler de ortodepedide bi asistan - bak böyle olsun canımı yesin- bulduk da baktırdık.

Doktorluk zor meslek de hasta olmak daha zor bence...

13.12.10

Depresifim; Bulaşanı Yakarım!

Farkettiğin gibi bayağı olmuş yazmayalı sayın izleyen.

Çok şey oldu şu yazmadığım dönemde - ki "E olsun artık yahu!" şeklindeki cümleler geçiyor kafanızdan saklamayın, biliyorum - beni yerle bir eden. Şimdi aslında dürüst davranmak gerekir ki o "çok şey" aslında tek bir şey.

Tahmin ettin sen onu, ama ben yine de söyleyeyim sayın izleyen. Ahanda şurada bahsettiğim o komite sınavı beni yerle bir etti, ezdi geçti, ağzıma sıçtı, gözümü morarttı, hayallerimle oynadı, bünyemde fiksasyona neden oldu! Bildiğin depresyona sürükledi....Notum 51...

O kadar kas kendini.Yaz, çiz, boz, oku, anla, ezberle, kavra...Sonuç bu! E ben çıldırmayayım da kimler çıldırsın yaaa! Hayır, millet 80-90'ları vurmuş, hiç çalışmayan 60 almış, otobüste gelirken okuyan 70'leri sıyırmış. Ben? Ben almak istediğimin yakınına yaklaşamamışım!

Kendimi sorgulamaya başladım ciddi ciddi. Salak mıydım? Çok mu çalıştım? Az mı çalıştım? Ciddiye mi almadım? Çok mu ciddiye aldım? Bildiğin budist rahipler gibi çekildim inzivaya, bunu düşünüyorum.

Arkadaşlarım: "Değiştin sen." demeye başladılar. Tüm espri isteğim, yaşam enerjim neyin kaybolunca haliyle depresif kişiliğim sardı dört bir yanımı....

Amaaan neyse...Giren girdi, çıkan çıktı ne de olsa. Önümüzdekilere bakacağız artık; ama üzüldüm yani ne yalan söyleyeyim ki lab.dan 100 almam bile bir işe yaramadı moralimi düzeltmeye...

Bu arada tıp fakültesindeki etkinliklerimiz tüm hızıyla devam ediyor ve ben de elimden geld,ğince katılıyorum bunlara - Lan? Yoksa bu yüzden mi düşük aldım ben?!-  1 Aralık Dünya AIDS Günü'ydü mesela ve biz  yemekhane önünde stand açtık. İnsanlar bilgilensin diye broşür filan dağıttık. Bir de kondom =D

Milletin broşürü takmadığı, insanların sadece beleş prezervatif alma amaçlı geldiği yakın zamanda anlaşıldı tabi. Yahu amcacığımm - bakın "amca" diyorum. Bu herhangi bir mecaz içermiyor. Gerçek anlamda "amca" yani - sen n'apıcaksın o kadarını affedersin? Çıkışta bakkala filan mı satıcan!? Camışlar, koliyi yağmaladılar yaa! Bi de yılışık yılışık "Hehe arkadaş gelemedi de ona alıyoz diyo" Ha biz de yedik. Bildiğin koliyi kucaklayıp götüren mi dersin, çeşit soran mı?...

Amcanın teki yaklaştı "Hisset var mı?" diye sordu yaa!? Ben dumur...."Amca" diyecektim "Senin ne kadar aktif bi yaşamın var allaasen? Günde 8 lite bal mı yiyon n'apıon?" diye; ama işte iyi hekim-iyi insan çizgisinden kaymak olmazdı o noktada.Ben de verdim "Hisset"i gönderdim adamı...

Onun dışında bir de diyabet etkinliğimiz oldu. O daha bi düzeyliydi tabi diğerine göre. Amcaların teyzelerin şekerlerini ölçtük. Bi de küçük bir anket uyguladık onlara ve gerçek suratımıza çarptı...Millet diyabet hakkında bi b*k bilmiyormuş! Çoğu yanlışı düzelttik; ama yeterli değil tabii ki...Olamaz da...Acilen bu konuda bir şey lazım...Duyun sesimi yetkillileeeerrr diye çığırsam bi işe yaramacağı için susuyorum...


Allahım ne dandik yazı oldu lan bu?...Anlayın artık ne haldeyim...Hadi ben depresyona giriyorum...

5.12.10

Yıktın Geçtin Beni Buldozer Hesaaaabı!

3 Aralık'ta sınav bana girdi.

 Evet, sayın izleyen. Geçen cuma sınavım vardı ve ben fark ettiysen bundan iki gün sonra bu yazıyı yazabiliyorum. Anca kendime geliyorum, fena çarptı şu nalet sınav zira, iki günde zor toparladım. Hayatım komite öncesi, komite ve komite sonrası olarak üçe ayrıldı resmen.

Komite öncesi: fark ettiyseniz, bir post dahi yok. Neden? Çünkü bendeniz; depresif, neşesiz, gergin bi Serdar oldum. Sanki hayatım di mi? Değil; ama işte geriyor insan kendini tuza yatırılmış post gibi.

Notlar her yerde. Odayı b*k götürüyor affedersin. Kalemlerim uçuşmuş etrafa. Slaytlarım silinmiş, onun derdi sarmış bir yandan. Halk Sağlığına bakmamışım, çocukları lazımlıkta bırakmışım, biyokimya sarmış dört bir yanımı, köşedeyse organik kimya melül melül bakar olmuş. ve ben delirmişim. 

Artık sonuna doğru bir "Salla yahu! Kolay gelir nas'olsa ,aç ordan bakiim bi House! Oooh! Aman sabahlar olmasın" moduna girdim ve kaçınılmaz son gerçekleşti. Komite geldi çattı.

Girdim sınavı olacağım yere ki hayatımda pek de yaver gitmeyen, kara bahtım kem talihim bu sefer bana bir kıyak geçmiş; "Yav zaten pek üzülecek bu çocuk bu işin sonunda." deyip beni yerin dibindeki amfiler yerine üstvkatlardaki göreceli olarak havadar laboratuvarlara vermişlerdi. Masanın metal ve soğuk olmasından başka sorunum yoktu. Ha, bi de bi b*k bilmemekten....

Neyse getirdiler kitapçığı. Bi an böyle geriye gittim. "Aaaah ah..." dedim vakt-i zamanında bu kitapçık önüme gelsin diye yüzlerce kitapçık önüme geldi. Bi içlendim....

Ve sınav başladı....

Şunu söyleyeyim: ÖSS geleydi önüme, YGS geleydi, LYS geleydi de rahat olaydı. Çat çat çözeydim. Düşün artık gerisini....

Mesela bu sınavda, bi soruya 4 soru sıkıştırmanın da yolu varmış, onu öğrendim. Fütursuzca atmayı gördüm....Tepkimeye mal mal bakmayı öğrendim. Sözcüklerin hangisinin sempatik geldiğine bakarak cevap vermeyi öğrendim. Kafeinin ne demek olduğunu, çayın dibine nasıl vurulacağını, fosforlu kalem bitirmeyi, okuduğunu aklımda tutup iki dk. sonra unutmayı öğrendim. Bu sınav çok şey aldı benden; ama çok şey de kattı yani bi manada sayın izleyen...

Ve sonra komite sonrası dönem geldi. Etrafı toparlamak.Çamaşır yıkamak.Odayı temizlemek.Notları gözden uzağa sıpıtmak. İ.mek,gezmek,tozmak! 

Ve tabi mideyi bozmak....

Be gülüm! Be canım arkadaşım. Burger King'in ardından; bol bira, nargile, çay,kokoreç olur mu! Olmuyomuş...Hele ki közü açan ben, söndüren de bir arkadaşın olunca hiç olmuyormuş!Kafa güzel oldu mu çekilmiyomuş.

Ama her şey ahanda şu yandaki gibi olabilmek için....Kabulüm...


11.11.10

İlk Hastam, Hasta Ettin Beni Haberin Yok!!!

Dün yorgundum blog. Aslında anlatacağım iki önemli olay vardı da yapamadım. Ahh ah! Şu bünyenin üşengeçliğinden gına geldi! Ama şimdi anlatıyorum ya buna şükret. Zira az daha "Ammaaaan, salla yahu." gibisinden bir düşünce yapısı sarıyordu bedenimi; ama "Yok," dedim "...yazayım da taze taze, belleklerden silinmeden web ortamında bulunsun". Hadi gene iyisin =D

Efenim, dün kariyerimde - Allah allaaah! Kariyere bak, yarebbim! 1 aydır kimya gören birinci sınıf öğrencisi...- optimum noktaya ulaştım. Zira İyi Hekimlik Uygulamaları adlı, şu bünyeye son bir aydır tıpta okuduğunu hatırlatan; yegane,biricik, caaanım bir dersimiz var. Eldiven giyme, el yıkama ve maske takma gibi gayet basit görünen; hatta çevreden “Aman yaeeee, bunu mu öğretiyolar?! Puzzp!" şeklinde geribildirimler alan; ancak davulun sesi uzaktan hoş gelir paşam atasözünü doğrulayacak kadar KAZIK olan Mesleksel Beceri Eğitimi adlı aktiviteden sonra sıra geldi iletişim becerilerimizin sınanacağı standart hasta görüşmesine. ( Hani alkış??)

Efenim, "standart hasta" ne demek? Aman aman, pek havalı di mi? Şimdi ilk ders geldi hoca, standart simule hastalarımız var bla bla bla….Anlatıyo böyle,biz bakıyoruz mal mal.   Tabi simule mimule diyince "Nooluyo lan, NASA gibi bilgisyarla mı konuşcaz?" filan diye bekledik;ama yok, canım blog, böyle havalı havalı söyledikleri şeyin en basit açıklaması şu: Yalancıktan Hasta =D

Adam gelcek karşımıza, bizim kalp dokuz sekizlik oynarken heyecandan, bize hasta ayakları yapacak…Amaç da ne? Hastayla konuşabiliyor muyum? Budur yani.

Yani sistem bu; ama çok acımasız. Şöyle ki görüşmeden sonra bu sözde hastamız bize geribildirim(feedback) veriyor ki bu da 3 şekilde olabilir haliyle.

1-) Görüşme çok iyiydi. İyi bi doktor olabilirsin..bla bla...Şeklindeki, yıkama yağlama içerikli konuşmalar.

2-) Kararsızım deyip seni “ E neden geldin o zaman lan buraya?!!” şeklinde çeşitli sövgülere sokabilecek konuşmalar,

3-) Senin gibi doktorum olsun istemem. Görüşme kötüydü bence... diye başlayıp ilerleyen dakikalarda: "Allah belanı versin! Sakın doktor olma kör olasıca,tüh yazıklar olsun sana!" şeklinde geliştirilebilecek cümleler…

Neyse işte, gün geldi çattı. Sabahtan da HÜTBAT( Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilim ve Araştırma Topluluğu)’ın düzenlediği ve benim diyabet hakkında bilmediğim 21234134423 tane şeyin anlatıldığı, İLK İĞNEMİ YAPTIĞIM, ilk olmasa da kitabına uygun Glukometreyi kullanmayı öğrendiğim Diyabet Eğitimleri vardı. Ve tahmin edebileceğiniz gibi makus kaderim tarafından gerekli düzenlemeler yapıldı ve ben ilk sıraya yazıldığım için video kaydımı kaçırdım!!!

 Allahım! Görevli adama döktüğüm dilin, yediğim fırçanın haddi var, hesabı yok; ama yine de sağ olsun gelmeyen birinin yerine soktu adam beni. Lan dur? Bi düşüneyim naapçam ne, etçem di mi? Bu aldı beni, attı odaya! Ben, palas pandıras girdiğimdeyse kafamda sadece odada kalem olup olmadığı vardı,düşün halimi!

Zaten odaya girmemle “Standart hastam” da teşrif etti. Tanışmamızı gerçekleştirdik. Ahh ah! Kendimi "Ordinaryus Profesör" diye tanıtacaktım da, kader işte o aceleyle 1.sınıf tıp öğrencisi, diye tanıttım.

Efenim; hastamız 25-26 yaşlarında, bana kendini "Ferhat bilmem ne" şeklinde tanıştıran, şikayeti baş ağrısı olan, oyunculuğu sıfır, bitse de gitsek modlu bi insan. Adamın ne dediğini anlasam valla yazıcam bi şeyler ama zor! Çok zor! Ama yine de diğer arkaşdalrıma göre daha fazla sormuşum. Allahım! Ne desem adam, tek yanıt. 

Yani bişiler söyle ki ben de koparayım di mi aybalam! Yok yaa! Adama " Sigara?" diyorum, "Yok." diyor...Alkol? -Yok. Ailede sorun? -Yok. Işık , gürültü? -Yok. Stres? -Var. Sizi nasıl etkiliyor? - Olumsuz. Sürekli bu!

Çıldırcam! İlaç aldın mı? -Yok. Doktora gittin mi? -Hayır. Eeeeh! 5 aydır başım ağrıyo diyon yeni doktor geliyon! Bravo!

Velhasılkelam bitti görüşmemiz. Kendisinden geribildirimimi aldım. "Gayet güzeldi" dedi. "Konuşturmaya çalıştın,göz temasın filan iyiydi" dedi.. " ama biraz daha samimi olabilirdin" dedi ve ben kaldım!

Nasıl yaa? Samimi değilim? Ben? Paşam, beni…beni beni (by Bihter) samimi bulmamış! Yaw affedersin eşşoğlusu ama  sen ne dedin ki sana ne samimiyet veriyim!? Karşımda kütük gibi oturuyon? Nasıl standart hastasın? İzlediğimiz eğitim filmi öylemiydi ya? Amcam bildiğin yedi sülalesini anlatıyodu, bana gelince mi utangaç oldun?

Ama işte, hastadır haklıdır diyerek kendisine teşekkür ettim ve çıktım =) Yine de beklediğimden iyiydi. Zira batıranlar da vardı ve ben batırmamıştım =D Mutlu mod on.


7.11.10

Organcı Geldi Haanıııımmm!!

Bir pazar gününün daha ortasına gelmişken tıbbi biyolojiden kafamı kaldırdım ve vahyimi aldım. Evet,bloga yazmalıydım. Sonuç: Klavye başındayım.

Yorgunum blog. Ama nasıl güzel bir yorgunluk anlatamam. Zira dün, bu şehrin büyük alışveriş merkezlerinden Ankamall'de organ bağışı için bir etkinlik düzenledik. Maksat insanlar bilinçlensin,bağışta bulunsun. Canlar, hayatlar kurtarılsın.

Tam anlamıyla harikaydı etkinliğimiz ki 500 küsur başvuru aldık.;ama insanlarla uğraşmak zor azizim. Orası öyle yani...

Ne tipler var ne tipler! Suratına bakmadan çekip gidenler mi dersin? Anlattıklarının tek kelimesini dinlemeyip baştan anlattıranlar mı? Öğrenci olduğumuza inanmayıp kimlik mimlik isteyenler mi! Lan eşşoğlusu! Öğrenci olmasam orada işim ne! Üzerimde önlüğüm,senin gül cemalin için orada boğaz patlatıyorum ben di mi!

Benim başıma gelenler aman aman şeyler değillerdi pek erkek olduğumdan;ama kız arkadaşlar bayağı zorlanmışlar yazık...

"Al kalbim senin olsun" diyenler mi dersin...tel. numarası isteyenler mi? Hayvanlık parayla değil ki bin bir çeşit hayvan var ve galiba tamamı oradaydı herhalde o gün.

Banaysa delimtrak bi teyze, kararsız bir ergen grubu, sapık bir bankacı, oturup hayat hikayesini anlatan bir teyze, camışgiller familyasından bol bol amca ve sanki elimde su tabancasıyla onları ıslatçakmışım gibi kaçışan insanlar denk geldi. Hayır, sanki orada "Yat aşağı, böbreğini alacağım" diyeceğim onlara, teallaam! Bir dinle di mi!
Hayır, bir de "organ bağışı ile ,ilgili bilgi almak ister misiniz" dediğimde "Yeterince bilgiliyim ben. " diyen, burnu atmosferi delme aşamasına gelmiş çok bilmişler de var. Malak! Yanlış biliyorsun işte! Ben bile doğru bildiklerimin aslında yanlış olduğunu öğrendim sen ne biliyorsun? Yaratık!

İlgilenen de tam ilgilendi valla...Misal: Yeni geldim standa -stand dediğimde masaları trenimsi birleştirmişler göbekte duruyoruz öyle- Arkada da arkadaşların eşya dağcığı var. Teyzeler yaklaştı. Biri anne, diğer ikisi de kızları..."N'oluyo yavrum?" dedi, başladım anlatmaya. "Aaa ben de eşyaları görünce aldım eskileri geldim. Eşya bağışı alıyorsunuz sandım." dedi.."Yok" dedim, "organ bağışı hakkında bilgi veriyoruz"..."E iyi o zaman organlarımı da bağışlarım, alın hepsini" dedi. Bunu yapan 75 yaşında kadın, düşünün! Ama bizim ölmekten tırsım tırsım korkan halkımız bırak bağışlamayı bilgi broşürünü bile almadan dört nala kaçtı! Sonuç olarak o 3 teyze organ bağışında bulundular. Kendilerine buradan tebrik....

Deli bir teyze geldi ama nasıl? Saçlar Einstein'a taş çıkartır vaziyette, gözler pörtlek! Neyse kadına konuşmaya başladım. Anlattım anlattım. Kadın ne dese beğenirsin? "E ben bağışladım organlarımı." Töbeeeeeeeee! Be kadın! Madem bağışladın ne diye parçalıyorsun beni orda!

Bi tanesi de bildiğin sapık çıktı! Oradaki kızlara asılıyo filan! Aah ah ordaa Hacettepe'yi temsil etmeyecektim  kiii....!!!

Her neyse sonuç olarak yararlıydı kanımca bu etkinlik =D Eğer ilgilenen olursa Hacettepe Sıhhıye Kampüsünde- ne kampüsü be yerleşke!- de hafta içinde devam edecek...İlgilenenlere duyurulur... =D

4.11.10

HERKES KAHRAMAN OLABİLİR!!

Bir adam düşünün. Eşi,çoluğu çocuğu olan.Normal standart diyebileceğimiz bir vatandaşımız. Normal yani.

Akşam işten çıkmış,eşiyle konuşmuş.İki ekmek,yoğurt vs. almak için markete uğrayacak.Oradan da evine.Normal bir günün ardından normal bir durum.

Adamımız diğer bir deyişle esas oğlan,alacaklarını alır ve gayet işlek bir caddeye açılan market kapısından çıkış yapar. Az ilerde durakta otobüs beklemeye başlar. Yanında da iki kadın dedikoduya dalmıştır. 4 yaşlarındaki çocuk da kadınların yanlarında beklemektedir. O an yerde yürüyen karıncaları incelemektedir. Adam da dalgın dalgın yarın yapacaklarını kafasında sıraya koymaktadır.Derken çocuk yerde izlediği böceği takip etmeye başlar. Kadınlarsa dedikoduya o kadar dalmışlardır ki bunu fark etmezler bile.

Aniden çocuk yola fırlar ve bu sırada da kocaman bir yük kamyonu son sürat çocuğumuzun üstüne gelmektedir ve adamımız tüm çevikliğiyle çocuğu son anda kamyonun önünden çeker! Ve çocuğumuzun hayatı kurtulmuştur.Artık o adam bir kahramandır.Adeta adamımız 4 yaşındaki çocuğa bir ömür bahşetmiştir.

Ama şehrin öbür yanında 4 yaşında bir çocuk kalp yetmezliğiyle mücadele etmektedir ve sırf "İslam dini izin vermez organ nakline" şeklindeki yanlışlığın doruk noktasında olan bir inanç yüzünden ölmektedir. Ona bir "ömür" bahşedilmemiştir...

Ama dini bahane eden vatandaşımız belki de ertesi gün hiç tereddüt etmeden çocuk için kamyon altına atlayabielcek,kahramanlaşabilecektir...Ama ne yazık ki kimse onun bir katil olduğunu bilmeyecektir.

Not: Daha fazla bu bahaneye sığınmayın.İstemiyorsanız istemiyorum deyin;ama bırakın bari diğer insanlara önyargı bırakmayın.Eğer iyice emin olmak istiyorsan buraya tıkla 







19.10.10

Terli Bi Yazı....

Selam sevgili okur. Ankara’nın şu yağmurun dibine vuran, kara bulutları vazgeçilmez unsur olarak bulunduran havasının verdiği sıkıntı içinde yazıyorum yazımı. Şimdi neden böyle saçma sapan, sanat yüklü bir cümle kurdum söyleyeyim. Ne giyeceğimi şaşırdım! Cidden!

Havaya ana avrat gidesim var da yapamıyorum;zira mizacıma(!) uygun değil. Şöyle bir şey ki: Yağmur var ; ama güneş açıyor. Hava soğuk; ama iki saat sonra pişiyosun. Bi dolu yağıyo, bi bulutlar yok oluyo.

Armagedon mu geliyo nedir anlamadım ki? Penguenler, kutup ayıları filan beddua etti haberimiz mi yok? Sonuna kadar da haklılar gerçi etseler de neyse…

Bi de şöyle bir durum var ki Tıp fakültesinin üst katlarındaki; pencereli, havadar-ki görmedim. Tamamen öyle olduğunu varsayıyorum- püfür püfür, aydınlık amfi -sınıf-odaları ne yazık ki biz dönem 1’lere reva görülmemiş. O katlara çıkmak ne haddimize! Anca lab. dersi filan olursa merdiven yüzü görüyoruz ki onda da kafamızı tüplerden kaldırmıyoruz ki dersin tadını çıkarıp şöyle hülyalı hülyalı dışarılara bakalım.

Yok! Biz anca bodrum katında, rutubet kokan, iki adet kendine dahi yetmeyen klimanın ve operadaki hayalet sesleri çıkaran, öğle vakti tüm yemek kokularını amfiye taşıyan dandik havalandırma sistemli amfide ders görelim!

Şimdi yurdun penceresinden bakmışsınız: Hava fena. Kalın mı kalın giyindiniz. Aldınız montunuzu -içindeki havayı da dışarı vermeyeninden hemi de- İşte şemsiyesidir, çantasıdır...Oh mis! Vurdunuz kendinizi yola. 

Tırmandınız yokuşu. Hafif ter damlaları belirdi vücudun stratejik noktalarında; ama aldırmadınız. Nasıl olsa geçer di mi?.

Fakülteye girdiniz, bir şey yok hala. Sıcaklık hala tolere edebileceğiniz seviyelerde. Veee indiniz bodruma!
 Bitti . Kalın giyinmiştin ya, s*çtın oğlum. Manyak mısın? Orada 40’lara varan cehennem sıcağında millet T-Shirtlerle gezerkene sende içi polarlı kalın, kapüşonlu bir sweat. Beden kitle indexinse ölümcül sınırlarda olursa ve de o alışveriş merkezlerindeki, uzay gemilerindeki ışınlanma cihazlarını andıran makine sana -tabiri caizse- “Hayvan gibi yağın var oğlum! Git koş,moş bişi yap, erit şunları camış! ” diyorsa, işte o sınıfta sen terlersin arkadaşım. 

Terlemek, ama nasıl?! Ölümüne! Vücudundaki suyu bitirene,beyin hücrelerini isyan ettirene kadar terleme…
Hele bi de ders de Türk dili olsun,İnkilap olsun zorunlu ve kafa içi materyali çürüten bir derse; işte canlı canlı cehennemdesin artık tebrikler….Anlayın halimizi....

Hayır bi arkadaşımın başına geldi de ordan biliyorum….

13.10.10

Kafa Boşaltmaca vol.4

Eveet blog bir Kafa Boşaltmaca'ya daha hoşgeldin. Şimdi, şöyle ki bir sürü; ama kısa kısa şey oldu. Bunlar bir yazı çıkarmaya yetmez. Ben de naaptım? Kafa boşaltmaca serisini çıkardım. İncik cıncık ne varsa yazıyorum. Bu da 4.sü =)

Öncelikle, sonunda derslerim başladı. Başladı; ama nasıl başladı? Göbeğimiz çatladı derslere geçene kadar. Yaa arkadaşım, bi üniversitenin tanıtımı 1 hafta sürer mi yaa! Yarebbim! Bir hafta bilgilendirme üstüne bilgilendirme.Yok öğrenci ne yapar,yok hacettepe sistemi,yok not sistemi,hütbat'ı,medicepi,öğrenci, zımbırtıları...ve daha nicesi! Bir öğrenci, yaa bugün inş. ders işleriz diye gider mi okula?! Gerçi oryantasyonda bizi okulu gezdiren üst dönemleri dinleseydim belki de muhteşem((!) Ankara'yı keyifle (!) gezicektim; ama şu Sibirya soğuklarının Sibirya'dan canı sıkılıp yurdumun başkentine yerleşmesiyle gezme opsiyonu yurtta bütün gün pineklemeye yerini bırakınca tıpış tıpış gittik tabi okula.

Şimdi efenim, biri bana ne okuduğumu hatırlatsın. Ara ara çıkarıp öğrenci kartıma bakıyorum, yanlış yerde miyim filan diye! Bildiğin kimya görüyoruz paso yaa! Allahım,çıldıracam! Ben kimyadan kurtuldum diye sevinirken babasına düşmüşüm meğersem. Bir biyokimya hocamız var. Acınası....

Adam ilk derse Big Bang'ten daldı yaa! Big bang! Bi de Yunus Emre'den, tasavvuftan filan alıntılarla anlatıyo dersi iyi mi! Ulvii bir kişilik yani. Ama prof.'tur, başımızın tacıdır..naapalım..

Bi de oksijen yerine "okjijen" diyen bir kimyacımız var ki o biraz daha iyi gibi...En azından powerpoint'i bilmemesi veya "okjijen" demesi gibi güldürmese de yüzlerde tebessüm ettirecek marifetleri var ki kendisine de saygım sonsuz..En azından dinliyoruz.

Bugün mesela laboratuvar dersimiz vardı. Konu da ne? Asit baz titrasyonu. Olay şu. Asidi alıyon. Bazı alıyon. Öbürüne damla damla ekliyon. Renk değişince hacmi yazıyon. BU! Ve bizim şu önceki cümleyi yapmamız 3 buçuk saatimizi aldı! Millet 10 buluyo 10,5 buluyo. Hoca max. 11 olabilir diyo. Biz 16-17lerde geziyoruz! Bıraksalar asit baz kimyasını baştan yazıcaktım da aahh ah asistanlar kıskandılar zahir engellediler =P

Başka olarak Ankara yağmurlu blogcum.Yolun düşerse filan düşmesin gelme. Berbat bi yer bence; ama işte alışmaya çalışıyoruz. Arkadaşlarla geçen Ankamall'a gittik mall mall gezdik geldik mesela. Gezmesi bile tat vermiyo anlıcağın.

Hayır sınıfta da bi iki kafa dengi yok ki kopasın. 200 küsur kişi..Herkes kendi aleminde ki gözümün tuttuğu da pek yok ya. Ama bugün iyi hekimlik Uygulamaları diye bi dersimiz var 16 kişi bi grup olduk. Diğer derslere nispeten daha iyiydi. En azından insanların konuşabildiğini öğrendim =) En çok muhabbet ettiğim kişininse Moldovalı bi öğrenci olmasıysa ironikti doğrusu. Ama Türkiye'den de arkadaş yaptım =)

Bu arada seçmeli dersim de belli oldu. Uygarlık Tarihi. Pazartesi müthiş bir sıkıntıyla derse girmiştim ki hocamızın sanat tarihi masterlı gayet hoş bir bayan olduğunu ,bizim istediğimiz şeyleri işleneceğini ,gezilerin olacağını öğrenmemle "Anam =)" dedim "...galiba bu senenin ya da bu dönemin en azından en iyi dersi olmaya aday ders bu =) Gerçi kadının mimarım,sanat tarihi okudum demesine rağmen milletin kalkıp siyasi tarih anlatın demesine sinir oldum; ama olsun olacak o kadar =)

Bi de şöyle bişey de var ki blogcum yazarının ne kadar bahtsız,kem talihli olduğunu iyice anla. O kadar kişinin,yüzlerce öğrenci arasından benim,evet evet benim kartımın arızalı çıkması! İşte bu beni tavir ediyo blogcum. Sayısal oynamayı,piyango bileti filan almayı kestim zaten.

O değil bi de koca gün o kartı değiştirmek için uğraştım. Para yatırılacak.kampüsteki bankamatikte para bitmiş. Tee ebesinin tatil yaptığı yere git, para çek. Dağı-evet bildiğin dağ- tırman sağlık kültür spor mu ne menem bişi onun başkanlığına git o seni bankaya göndersin ebenin ikinci tatil yaptığı yere! Parayı yatır, hobaaaa tekrar dağ tırman. Sonra da gel yarın al desinler! O yağmurda koştur koştur ve yarın da aynı yağmurla dağ tepe tırmanacağını bilerek sırılsıklam,yorgun yurduna dön tıpış tıpış.

Ama kartımı aldım =) İlk kartımdaki öss başvuru fotom da bu vesiyleylen bizzat verdiğim insana benzeyen fotomla değiştirildi =) Daha kullanmadım bakalım yarın inşallah geçirir turnikeden. Zira gına geldi "Kemküm benim kart arızalı filan.." gibi şeyler geveleyerek o görevlinin kınayan bakışlarına katlanmaktan. Bildiğin dilenci muamelesi yapıyo adam yaaa! Pis!

Bi de yurt var blogcum.Yurdum genel olarak iyi aslında. Yani yemeği temizliği, arkadaşları filan memnunum ama o interneti yok mu! Allahım her şeyi ekarte ediyo işte o! İzmir'de-evde- fizy'i keşfettikten sonra bilgisayarına müzik indirmeyi beyhude bulmuş olan ben burada kafamı taşlara vuruyorum! Aah keşke indirseydim pc'me o şarkıcıkları diye. Tabi internetimizin kahnı hızında olmasında oda arkadaşımızın 7x24 bişiler indirmesi de etkili ki çıldırıyorum. Porno arşivi mi yapıyodur nedir anlamadım ki! Ben indirmeye kalktım ışın karaca albümü-albüm yaa dikkatinizi çekerim 96 mb bişi-3 saatte indi!! Adam 3 saatte film indiriyo. Şeytan tüyü mü vardır nedir anlamadım!

Yani durum bu.haberin olsun blog =)

      Şu şarkı açıklar sanırım özlemimi....

4.10.10

İlk günüm,ilk hastalığım =) =(

O nasıl bir baş ağrısı yaa! Çatlıyorum blog! Bildiğin yarılıyo kafam! Burun da musluğa bağladı, gözler desen kan çanağı...Evet,  hasta oldum!İronik di mi?

Ama neyse ki bu söylediklerim akşam gerçekleşti de ben yeni eğitim öğretim yılı açılışımdan geri kalmadım =)

Evet doğru duydun bugün okullu oldum =) Hemi de ne olmak...Bi törenler bi şeyler allaam alaam sanırsın Harvar'dı kuruyoruz...Milletten bi tebrikler bi tebrikler-burada millet dekan, rektör vs. oluyor- sonradan acı gerçek tosladı suratıma; ama bozuntuya vermedim. Onlar bana değil; Hacettepeyi 700'den efenime söyleyeyim ilk 100'den kazananlaraydı...Ama dediğim gibi çok takmadım...Daha yıl uzun,kim bilir...

Neyse işte sabah uzzzzuuuuuuunnnnn bi konuşma silsilesinin ardından beyaz önlüklerimizi giydik ve Hacettepe andımızı okuduk =) Artık çeyrek doktor sayılırız anlıcağın, boru değil =P

Sabah törenin ardından 2 buçuk saat ara verildi ki o arada bendenizin aklına bişi yapmak gelmediği için avare avare kampüsü dolaştım. Zaten el kadar bi şey o da bitti mi sana yarım saate! Hobaaa! Eee?
Arkadaşa rastladım sonra yemeğe gidiyomuş takıldım peşlerine...

Ve günün ilk bombası....O yemekhaneden yiyen öğrenci olsun çalışan olsun yüzlerce insanın içinden bendenizin evet yanlış duymadınız bendenizin kartı bozuk çık!!!Yarebbim yaaa!

Hadiii gidersin ordan büro gibi yere onla uğraşırsın filan... Makus talihim beni Hacettepe'de de yalnız bırakmadı anlıcağınız....

Ondan sonra ikinci program başladı ki o sabahkine nispeten daha bi insancıldı...Seçmeli derslerle ilgili bilgi verildi ki içler acısı! 22 tane seçmeli dersin bi tanesi mi bi şeye benzemez! Koy bi Almanca! Ne olur yani eline mi yapışır?! Koskoca Hacettepe'sin di mi? En cazibi otopsi dersi ki ona da 5 kişi alınıo bendeki bu talihle tutmaz o da,biliyorum....

Ondan sonra bi iki şey de tanıttılar ama pek de ilgilenmedim açıkçası yavaş yavaş baş ağrısı baş gösteriyordu zira....

Sonra gruplara ayırdılar bizi...Başımıza da ikinci dönemden iki öğrenci... Gezdik durduk kampüsü filan kiii günün kayda değer tek olayıydı bence. Zira gezdirenler pek bi cana yakın pek bi öğrenciydi =) İşte şu cafeye gidilir şu kafeye adımını atma filan... Hoştu...Sonra da dağıldık zaten ve ben baş ağrımla başbaşa kaldım...

Bugün de uyum etkinlikleri adı atında hiç bi b*k yok! Girdim amfiye millet moron birbirine bakıp bakıp duruyo...Baktım bişi yok vınladım ordan da attım kendimi şu satırları yazdığım bilgisayar laboratuvarına.İnternet jet...oh mis =)

2.10.10

Lets begin =)

Selam blog =) Seni olan bitenlerden haberdar etme vakti geldi.

Ankara’ya geldim.Sonunda pazartesi okulum açılıyor. Dolayısla anam,garib anam,çilekeş anam ve ben topladık pılıyı pırtıyı, attık kendimizi yollara da Allahım o ne pılı pırtıymış yaa! İçine benim girip yanıma da iki 5 yaşında çocuk alabileceğim bir bavul! Ekstradan bi de ayakkabıdır,kitaptır için bi çanta bi de laptop çantası. Bavulu hazırlarken gözü dönmüş bizimkilerin; ama acı olan bunu Ankara’ya indiğimizde anlamamız. Peki bunu nasıl anladık? Anlatayım…

Her şey hazırlandı, kapının önüne istiflendi. O koca bavulu otobüsle, minibüsle ve bilimum toplu taşıma aracıyla götürmemiz gibi bir seçenek olmadığı için kardeşimin arkadaşı sağ olsun arabayla bıraktı bizi garaja. Böyle olunca pek anlamadık biz tabi ne taşıdığımızı. Garajın yerleri cillop mermer! Çek bavulu tekerlekli tekerlekli. Ooh! Mis…

İşte bindik otobüsümüze yolculuk başladı. Genel olarak iyiydi yolculuğumuz. Yine horlayan vardı; ama bu en azından daha bi insancıldı. Öyle dünyayı yutma çabalarına girişmedi. Sessiz sakin horladı. Ama ben tabii ki de uyuyamadım ve acı gerçek yüzüme çarptı! Otobüste Uyuyamıyordum! 

İlk gidişimizde horlayan var diye uyuyamadığımı sanmıştım. İkinci gidişimde film izlediğim için. Dönüşümde de gündüz olduğu için…ama bu sefer acı gerçekle yüzleştim. Belediye otobüsünde inmeme bir durak kala salya akıta akıta uyuyan, yetmedi üstüne iki perde rüya patlatan ben, şehirlerarası otobüste gözümü kırpamıyordum. Sebebini bilmiyorum; ama öğrenicem azimliyim.

Dediğim gibi Ankara'ya yaklaştıkça 25'lerdeki termometrenin yavaş yavaş 10'lara düşmesinin verdiği huzursuzluk dışında iyiydi işte yolculuğumuz.

Ankara’ya indiğimizde de problem yoktu aslında. Zira oranın garajı da cillop mermer…Amaaa ne zamanki Ankaray'da yapılan anonsu yanlış anlayıp Kızılay'ın son durak olduğunu sanıp Sıhhıye'de indik, işte çilemiz o zaman başladı ve ben bavul doldururken gözümüzün döndüğünü anladım!

Yürüdüğümüz yolu bir ben bilirim blog! Bi de neredeyse su toplayan ellerim! Mermerde bavul sürmeye benzemiyormuş tırtıklı yolda bavul çekmek acı içinde anladım…

Neyse…Çileler çeke çeke geldim yurduma sonunda. Eşyalarımı da yerleştirdim. Ya da yerleştirmeye çalıştım zira o dolap küçük geldi takdir edersiniz ki. Gerçi nasıl etçeksiniz görmeden. Ama güvenin bana küçük işte.
Onun dışında oda arkadaşlarım çok iyi =) Biri Çanakkale'den, biri de Kütahya'dan. İkisi de eczacılık okuyor. Hemen kaynaştık sayılır. Dün akşam film filan izledik abur cubur eşliğinde ki bugünkü planımız da bu. Yarın Pazar nasılsa aman sabahlar olmasın =)

Pazartesi ise büyük gün. Beyaz Önlük Giyme törenim var =) Bu işin güzel yanı. Ondan önceki konuşma silsilesi ise… işte o da çekilmez yanı ama naaparsınız tıp aşkı…Gülü seven dikenine katlanır…

25.9.10

Ulaştım Ankara'da Bir Yerlere Ama Nasıl?

Evvet blog yaa! Oldu sonunda...Her şey - ya da her şeyin büyük bir kısmı diyelim - açıklığa kavuştu sonunda. Atladım! Hazırlığı atladım! Tıp 1. sınıf öğrencisiyim artık. Bu vesileylen Allah'ın unuttuğu o dağlık araziye gitmek gibi bir gerekliliğim de kalmadı. Zira tıp fakültesi Sıhhıye'de Ankara'nın gobeinde =) Hem de yurduma uzaklığı yürüyerek 3 dk! =) Ahahaaa, hazırlık okusaydım yola sayacağım parayı artık gezmeye tozmaya sayabilirim =)

Neyse konumuza dönelim. Ne demiştik? geçen yazımda da belirttiğim gibi Ankara'da ulaşımı anlatayım.

Efendim, Ankarada ulaşım b*k gibi! Yani berbat. Neden? Çünkülüm büyük şehir, kalabalık nüfus...Ya da ben önyargılıyım, bilemedim. Bi kere o sıcakta gittik her yerlere öğlenin cas sıcağında ve ben şunu farkkettim ki birinin acilen Ankara'ya klimanın icat edildiği haberini vermesi lazım. Piştik zira arkadaşımla yollarda.

Bizde ESHOT'a tekabil eden işletme burada EGO. Ancak direkt otobüse "ego" diyor insanlar ki şöyle bir telefon konuşmasına tanık oldum.
- Okey, anne biz şimdi EGO'dayız geliyoruz.

Şimdi ben kaç senedir ESHOT'la ,efenime söyleyeyim,  İZULAŞ'la filan seyahat ederim bir kere de arayıp da "Eshottayım ben." demişliğim yoktur anneme.Tuhaf geldi ondan bendenize.

Otobüslere de yine ego denen bir kartla biniyorsunuz ki - Allahım! Belki de en sinir durumdur kartın ta kendisi! Caanım kentkartım burnumda tüttü sırf o ego kartlar yüzünden. Sanmayın ki bu ego kart dediğimiz olay bizim kentkart gibi plastikten bir şey, işte içine para dolduruyon, manyetik bi zımbırtı filan. Çıh! Kağıt kendisi. Bildiğin kağıt. Makinesi desen ortaçağdan kaldığını düşündüğüm bir alet. Kartı tutuyorsun, makine hüüp! diye içine çekiyor. İçinde bilgisayar yazıcısının kullandığı sistemin aynısı bir sistem üstüne kaçta bindiniz kartta ne kadar kaldı, işliyor zırt zırt diye. Tabi bunu yapana kadar siz ruhunuzu teslim ediyorsunuz.
Sıra var. Otobüs tıklım tıklım. Kentkarla dıt geçersiniz ama ego! İki saat onu bekliosun ki otobüsler sırf ego yüzünden rahat yarım saat kaybediyolar.

Egoyla ilk tanışmam kayıt için gittiğimde oldu. Annemle metroya binip garaja gidicektik -ki sonradan öğrendim o metro değil Ankaray'mış-  Aldık iki binişlik ego, turnikeye yaklaştım ürkek adımlarla. Ben salak, kentkart gibi tutup geçicez sanıyorum ,makine hüüpp diye yuttu. Salak salak bakıyorum böyle etrafa. Güvenlik görevlisinin bir sırıtışı var! Pislik! Görmüyon mu yabancıyız, yardım etsene! Ama sonradan öğrendim. Artık deneyimliyim.

Ankaray demişken. Bi de metro ve Ankaray var. İki farklı ray hattı ve bunlarda da klima yok!! Arkadaşımın annesinin iddiasına göre var; ama Melih Gökçek çalıştırtmıyor. Arkadaşımın iddiasına göre ise biz bindiğimizde çalışıyordu. Her iki durumda da şapır şapır terledik ama!

Bu iki hat birbirine Kızılay'da tünelle bağlı ve buradan aktarma yapabiliyorsunuz. Hahaha! İzmir'deki gibi 90 dk. oohhh beleş aktarma sandınız di mi? Değil!

45 dk.da -ki Ankara'da 45 dk.da hiçbir yere gidemezsin!- binersen senden -beleş de değil yani- 50 kuruş alıyo! Bundan dolayı oluşan küsurat da kart bitince yanıyor. Ne kaa güzel, ne kaa güzel anlıcağınız!

Metronun ve Ankaray'ın sevdiğim tek bir yanı oldu.O da anonslar. İzmir metrosundaki gibi "Dikkat! Kapılar kapanacak"," Sonraki istasyon: Stadyum."  falan yok. Bi teyze kısık bi sesle "Emek" diyo o kadar. Tıss açılıyor kapılar. Tıss kapanıyo. Bu! Sessiz sakin gidiyorsun yolunu terleye terleye!

Dolmuşlar da var; ama onlara binemedik ki kalabalıktan! Bi de nereye gidiyor bilmiyoruz. Binip de Ankara'nın bi ucunda inmek vardı sonuçta; ondan hiç bulaşmadık.

Bi de şu noktayı belirtmeliyim ki Ankara'da her şey Kızılay çevresinde dönüyor. Otobüslerin hemen hemen hepsi bi kere Kızılay'dan geçiyo da hangi duraktan geçtiğini bir polise sormayın benden söylemesi! Zira durak sistemleri çok karışık, hiçbir şey anlamadım. Gideceği duraklar mı yazıyo, geleceği duraklar mı çözemedim

Yani, yaz di mi şu şu şu numara burdan geçer, lazımsa bekle kardeşim diye! Ama yok! İnsanlara gıcıkları var ya oynatçaklar illa maymun gibi!




Yanlız gözlerim vapur aradı benim orda...

19.9.10

Döndüm Yahu =)

Döndüm =)
Evet blog döndüm sonunda şu caaanım İzmir'ime....Allahım allahım, lan ben koca sene n'apıcam orada sorularıylan girdim ya izmir il sınırlarına. Özüme anca döndüm blog...Havası, suyu, insanı,taşı, toprağı, denizi, kuşu, börtüsü, böcüğüylen canım İzmir...Garajda secde edicektim yeminlen muah muah diye öpecektim soğuk mermerleri de abartmayayım dedim...

Efenim malumunuz, hazırlık muafiyet sınavı içün bendeniz 5 gündür Ankara'daydım...Şimdi akıllarda: "Lan 1. aşama bir, ikinci aşama da 1 gün dersek senin maksimum 2 gün orda kalman gerekmiyo mu?" gibisinden sualler oluşabilir; fekat oluşmasın...Eğer sizin de 15'indeki sınava 12'sine bilet alan bir babanız ve de nur topu gibi bir bayram dönüşünüz varsa o bileti değiştiremiyorsanuz ve mecburen 2 gün oluyo 5 gün...

"E 5 gün orada nerde kalıcam lan ben?" şeklinde sorular almıştı ki beni, caaanım arkadaşım Hazal bana facebook'tan mesajını attı. "İtiraz istemem.Ankaraya gelince bizde kalıyosun." Kalmam mı! Canıma minnet =) Hem bütün sene özlemişim arkadaşımı. Hem kalacak yer, hem hasret giderme hemi de Ankara'yı bilen biriylen gez-toz modunu açmak. Oooh! Bir taşla kaç kuş sayamadım valla...

Neyse efendim, velhasılkelam bendeniz gecenin bir vakti çıktım yola. Hesapta biletim gece yarısı İzmir Turizmden; ama ablam ,sağ olsun, garajda çalıştığı için 11'deki benim bineceğim araçtan daha lüküs olana yer buldu ve ben 1 saat erken olarak yola çıktım...

Yolculuk şurada bahsettiğimki gibi geçmedi...Horlayan zırlayan yoktu. Dahası yanım da boştu..Oh mis anlayacağınız....Açtım tv.mi, izleye izleye gittim...İnanmazsınız uyudum bile =)

Sabah Hazal karşıladı beni Aşti'den...Oradan da direkt evlerine geçtik; zira yol öldürüyo insanı arkadaş...Uyandığımda akşam olmuştu ki zaten o gün dışarı çıkmadık...

Ertesi günse sınav yerimi görmeye gittik Beytepe'ye ki şunu hemen belirteyim ismindeki "tepe"yi harbi harbi hakkeden bi yer. Dağda abi yaa!!! Dağ yaa, bildiğin dağ! O ne oolum! Yer mi kalmadı allasen...Ortaçağ krallıkları gibi kendi içinde şehir olmuş bi yer yaa...Bi de görseniz nasıl yokuş nasıl yokuş...Bendeniz hık hık gidiyodum nefes darlığından o yokuşları merdivenleri tırmancam diye!

Tek iyi yanı otobüs sınav binammın önünde indiriyodu. Bu kadar...Başka iyi yan arama....

İşte sınav salonumu neyin hallettikten sonra sıra asıl göreve geldi: Yurt bakmak.

Yok arkadaşım yaa..Ankara yurtta tavan yapmış. Bildiğin faiş fiyatlar sözkonusu...4 kişilik odalar 650-700 filan diyolar bi de banyo tuvalet ortak filan...Biz de dedik belki Beytepe tarafında vardır özel yurtlar, hani şehir dışı filan daha bi insaflı olurlar diye ama çıh....Orada da yok...Dağ tepe tırmandığımızla kaldık anlayacağınız...

Bi de caanım babacım oradaki devlet yurtlarına bak güzeli varsa ayarlıcam ben sana filan diyo; ama yok ki...Kalıncak gibi değil devlet yurtları...

O yüzden bi iki arayıştan sonra kayıt zamanı bulduğum bi yurda kadımı yaptırdım. Hem de Hacettepe tıbba yürüyüş mesafesinde-5 dk.-

Tabi  şu noktada şöyle bi sıkıntı zuhur etti. Ben nerede okucam?

Eğer sınavı geçemez de hazırlık okursam, ben kardeşiniz beytepe yolları taştan türküleriylen Ankara dağlarına tırmanıcam; ama yok engiiiiiiinn (!) ingilizce bilgimle hazırlıktan muaf olursam çat! Sıhhiye'de yurdumun karşısındaki fakülteden başlayacam ve yol param da bana kitap,eğlence olarak kalıcak. Yani sınav önemli benim için...

Sınav demişken.giderken umutsuzdum aslında. Lan ben kimdim ki  liseyi almanca okumuş haliimle deyim yerindeyse ortaokulda aldığım ingilizcemle hacettepe hazırlığını geçicem şeklinde iç muhasebeler yaşıyodum. O yüzden de amacım sınava girip bari "beginner" değil de "upper-mediate"tan filan başlayayım filan diyordum. Zira internetten yaptığım her sınavda "upper" çıkıyodu.

İşte sınav günü geldi çattı. Her türlü yol önerisini alıp çıktık Hazal'la yola. Ve ilk darbe Sıhhiye köprüsünün üstünde yurdum polisinden geldi. Biz gayet saf bir şekilde, durağın orada görevini yapan polis amcaya "Pardon,230'a nerden binebiliriz acaba" şeklindeki sorumuzu sorduk ve sağ olsun yurdum polisi bize önünde durduğumuz durakta bekleyin demek yerine bizi, te ebesinin yazlık evine kadar gönderdi!!!

İleri gidin, dedi. Biz de gittik; ama git, git bi b*k yok affedrsiniz. Ne bi durak, ne bi şey. Şehir dışına çıkçaz. Hayır geç de kalıcaz sınava iyice b*ktan bi durum. Geri döndük sonra ve acı gerçekle karşılaştık. Az önce bomboş beklediğimiz durakta yaklaşık seksen kadar insan sıra olmuş beytepe otobüsünü bekliyordu. Polis amcaya saygı sevgi sözcükleri içimizden akarken biz de sıraya girdik mecburen ve gelen 2. otobüse en son olarak bindik ki bu da ağzımızı burnumuzu cama yapıştırarak gitmek demekti...ki öyle de oldu...

1.aşama sınava girdim böylece ve bildiğin ortaokul sınavıydı sınav....O kadar kolay olsun ki o kadar olur...Yarım saattte çıkınca bi buçuk saatlik sınavdan, yazık arkadaşım telaşlandı bişey oldu diye...Ve sürpriz olmayarak ertesi gün geçtiğimi, 2. aşama olan ve haşırt dı blekbord olan sınava girmeye hak kazanmıştım.

Ona da gittik. Ama bu sefer tecrübeliydik o kadar zor olmadı. Bu sefer de otobüs koca sene hazırlık okumuş da muafiyeti geçmeye çalışanlarla doluydu ki Erzurumlu 3 gencimizin otobüste, ellerinde kağıtlar "Oolumm soon as' den sonra sayılanlar geliyodu..." şeklinde ders çalışıyo olması, gözümü çevirdiğim her yerde insanların ingilizce bir materyal -kağıt,defter- okuyo olmasıylan ben de bi yusuf yusuf hali başgösterdi...Sonuçta bu kadar bütün sene ingilizce görmüş insan tırsıyosa ben de tırsmalıyım psikolojisi oluştu bende..

2. aşamaya da girdim. Hiç de beklediğim gibi zor değildi. Yazma konuları dandikti. Bir buçuk sayfa döşedim ;ama yeter mi bilemedim. Dinleme yoktu ve diğer bölüm de metinler üzerinden testti ve onları da yaptım. Şimdilik tek işim kaldı....Beklemek....

Ve bu bekleyiş beni deli ediyor...Nerde okuyacağım bir önce kesinleşsin de rahatlayayım...

Not: "aşti" ne dersen bi tık
Not 2: Gelecek yazı....Ankara'da Ulaşım....

2.9.10

Ankara'nın Taşı Altın Filan Değil!Gittik, gördük!!

Döndüm blog....

Bir günlük Ankara maceram sonunda bitti! Bitti; ama biteken de göbeğimi çatlattı ki bilen bilir, benim göbeğim zor çatlar!

 Neler çektik neler başkent yollarında,içerisinde bir bilsen blog...Anlatmaya başlayayım; zira yolculukta bile döküldü satırlar beynime. Sürekli "Bunu yazayım,dur şunu da yazayım...bak bunu da yazmalıyım..." moddaydım. Sanki yazsam bi b*k olacak da neyse....

Öncelikle caaanım(!) babacığımın handikabına uğradık. Zira adını bile duymadığım bi şirketle yolculuk yapacaktık ki bu konudaki hislerim error veriyordu. Ve ne yazık ki o hislerim yanılmadı.

Dakka bir gol bir...Tekerlek üstündeyiz...En arkanın önünde...Takır takır... "Nasıl uyucaz?" derken kader ikinci golünü de çok geçmeden doksana taktı. Bir aile bindi orta kapıdan...Kucaklarında gülen bir bebek!!!

Gülmesi sorun değildi elbette ki de sabaha kadar bir otobüs yolculuğunda bir bebeğin ne kadar güler modda kalacağını merak etmeye başlamıştım ki...ağlamaya başladı!!
Biz annemle birbirimize yandık bakışları atarken aile de yazık mahçup mahçup "Kusura bakmayın,birazdan uyur zaten.." filan dedi ki hakikaten çocuk uyudu...Hem de sabaha kadar....Tabi bizi bebeğe odaklayan hislerimiz asıl tehlikeyi görememişti ne yazık ki....

Bir amca bindi...Gayet zararsızdı aslında...Yanında çocuğuyla Kırıkkale'ye gidiyodu...

Televizyonda kavak yelleri açıldı...Koltuklar eğik pozisyona getirildi..Kontak çevrildi...ve yolculuk başladı...

Ve amca tespih çekmeye başladı...ama nasıl tespih! Tahta! Allahım tak tak tak....sinir ediyo insanı! Kemalpaşa' yı geçtik gidiyoruz, bu hala tak tak tak...Ya bi kes! Yok! Sonunda uyardık da homurdana homurdana kesti!

Muavin geldi ikrama filan o da kütük mü sana! Allahım,öküz yaa! Su istiyosun suratına bakıyo mal mal. Sular da sıcak zaten! İşimiz iş dedim...

Saat 12 gibi Kavak Yelleri sona yaklaşırken yol da karanlık olup görecek bir şey olmayınca kapattılar ışıkları ve kabus başladı!!!

Allahım!! Tespihçi Amca nasıl horluyo!!! Nasıl horluyo!! Anlatamam! Yok öyle bir ses! Ta otobüsün başından insanlar rahatsız oluyo! 4534534 kere uyardık! Yok! Uyuyamıyoruz...Çocuğu da o ailenin aldığı ekstra koltuğa yatırdı mı! Onlar uyuyo, biz bütün otobüs onları dinliyoruz ki şurada ikinci paragrafta belirttiğim kehanet gerçekleşti bu yüzden ve ben Ankara'nın Aşti denilen otobüs terminaline, benim diyen zombilere taş çıkartacak vaziyette indim. O kehanete ek olarak Afyon'da yediğimiz sucuk döner de midemi at alıp beygir satmaya zorladı o da ayrı...

İndik ankaraya anlıyacağınız. Allahtan orada ODTÜ pankartları tutan öğrenciler vardı da hemen yanaştık yanlarına. Sağ olsun bi kız gösterdi bize Hacettepe masasını. Yardımcı oldular ,işte şu dolmuşa binin şurda inin filan diye; ama evren benle dalga mı geçiyo nedir; dolmuş şoförü yolu bilmiyo!! "Oha!" dedik artık, yuh! İndirdi bizi Hacettepe hastanesinde...bi de yalak yalak "Yaw bağlantı vardır kampüsle" dio Öküz!

Neyse, biz şahsi çabalarımızla bulduk kampüsü. Yaptırdık kaydımızı.. Evet =) Artık resmen Hacettepeliyim...Öğrenci kartımdaki embesil ÖSYM fotoğrafıma rağmen...

Tabi maceramız burada bitmedi...biter mi hiç! burda söylediğim gibi yurt neyin çıkmadığı için haliyle bi de yurt arayışı başladı bizde.

Ve özel yurtlarla ilgili bir tespit: Hayvan gibi pahalı arkadaşım! Oha lan! 600-700 diyo adam yaa! gezdik bi kaç tane. Ama sonunda bi tane bulduk uyguna. Galiba orada kalcam. Ya zaten arkadaş bulayım da ver elini home sweet home...

Dönüşte ise anam,garip anam çilekeş anam olaya el attı ve Anadolu turizmle geldik. Diğeriyle karşılaştırılamaz bile! Hizmet,ikram,konfor...kusursuzdu!

Ama ben yine uyuyamadım ki eve gelmemle kendimi yatağa atmam bir oldu...Şu yazıyı bile anca yazıyorum....

Sonuç: Ankara'yı beğenmedim...İzmir Forever!!!

30.8.10

İstikamet Ankara...

Biletler alındı blog...Salı gecesi ver elini Ankara modundayız.

Yani yap şunu iki-üç gün de millet rahat rahat görsün işini di mi? Ama yok.Sen kalk tek bir güncük ver kayıt gününü.1 eylül...
Sabahın esselatında,o caanım Ankara kargaları herhangi bir kahvaltı girişiminde bulunmadan inicez Ankara'ya ki dolmuşların bile o saatte çalışmaya başlayacağını sanmıyorum. Gerçi kahvaltı, yol öğrenme filan anca sürer gibi geliyor da yine de sabahın 6'sında Ankara garajında, gözleri şiş, hayatından bezmiş, 100 kilo civarlarında bi şahıs görürseniz..hah işte o benim...

Gerçi her türlü tüyo arkadaşlardan alındı. Bir haftadır: "Oğlum yaa Kızılay'a çıktın mı, tamam işte. Ordan yürüyosun"," Yaa garajdan dolmuşa biniyosun işte" " Kime sorsan gösterir.."," Servisi var yaa.." gibisinden cümlelerle boğuşuyorum. Ama biliyorum, bunlar bi işe yaramayacak ve biz yine sora sora bulucaz yolu.

Bu arada Hacettepe yurtları da çıkmadı, iyi mi? Devletleri bekliyordum ki onu da az önce öğrendim. Çıkmamış. Çıksa şaşardım! Şu yüce Türk devleti ne zaman yararıma çalıştı ki benim!!
Bi de yedekteyim. 2713. sırada!! Mezun olunca gelir sıra diye düşünüyorum...

E bunun üstüne anam, garib anam, çilekeş anam bilmese de, bi de bütün gün yurt koşturacaz oralarda...İnternette araştırdım tabi ki de...de hiçbirinde fiyat filan yazmıyo ki..Oda,yatak,yemek,sıcak su...Lan anladık var hepinizde..bi fiyat tarifesi koy di mi! Yok! Çıldıracam...

Bi arkadaş diyo, "500'e kalıyom ben.", diğeri ,"Ben 400'e kalıyom". Hangisi doğru bilemedim...

Hayır, bi de şöyle bi sorun var. Hazırlık okucam mı okumucam mı? Şimdi çok zor bişi diil gibi görünüyo; ama şu sorunun yanıtı ya beni Ankara'nın göbeğinde okutucak ya da Eskişehir-Ankara karayolunun üzerinde...Zira tıpçılar Sıhhiye Kampüsünde, medeniyetin göbeğinde; Hazırlıkçılar ise Beytepe Kampüsünde allahın unuttuğu bi yerde okucaklar...

Bi de diplomada da Kastamonu Tıp fakültesi yazıcakmış, iyi mi! Ben diplomam Hacettepe Tıp olcak diye girdim, e haliyle şu bilgiyle vurgun yedim. 3 sene sonra tası tarağı toplayıp Kastamonu'ya gidicez.

Aslnda sıfır kilometre, cillop fakülteye girecez. Süper cihazlar filan da...Hocallar, Hacettepe'de uzmanlaşan asistanlar olacak. Genç kadro falan filan feşmekan gırla ortalarda da, lan o adam ne gördü ki ne öğreticek moddayım ben biraz. Ondan yatay geçişlere bakıyorum; ama onu da kaldırıyolarmış..Hobaaa...Ben iyice deliye döndüm.. Artık kaderin bana kesin bi gıcıklığı var,biliyorum..Okucaz artık paşa paşa...

Gerçi hele bi okul başlasın da...belki Hacettepe'ye geçerim,belli mi olur ;) Hayal dünyası işte naaparsın...

Not: 100 kioyum ama göstermiyorum..taş çatlasın 85.. =)

24.8.10

Kafa Boşaltmaca vol. 3

Geldim blog geldim. "Sonunda sana da vakit ayırdım." demek isterdim; ama ne yalan söyleyeyim sana yazmamamın nedeni tamamen üşengeçlik blog. Evde yat yat Diyarbakır karpuzuna döndüm.

Gazetede yazıyodu İngiliz bilimadamlarının yaptığı araştırmaya göre - ki o adamları bulursam dövücem,en zırttan şeyleri araştırıyorlar- tembellik hastalıkmış. Evet! Biliyorum. Şekil 1-a ben işte! Yatmaktan başka bişi yapmaz oldum. Televizyon bile izlemiyorum internette girmekten ki Doktorlar neyin oynuyo tv.de o derece yani.
Neyse olan bitenleri yazayım ben. Şimdi şurada da dediğim gibi kazandım üniversiteyi blog =) Ama öyle kazanmakla bitmiyor tabi takdir edersin ki. Yok yurt başvurusu,yok kayıt evrakları,cartı curtu ooff uğraşçak bir sürü mesele var.

Hayır şikayetçi değilim uğraşırım da... Arkadaşım ota b*ka da site açılmaz ki! Yurt için ayrı site,öğrenci işleri için ayrı, üniversite için ayrı, üniversitenin kendi yurdu için ayrı, tıp fakültesi için ayrı, hazırlık sınıfı için ayrı...hangi birini takip edeceğimi şaşırdım. Tırsışlardayım bir şeyin kaydını kaçıracağım diye. Sürekli takipteyim anlayacağınız.

O değil, beni geçtim bi de kardeşimin duyurularını da takip etmek zorundayım. Onda hele hata yaparsam bir aile benim yüzümden hapiste yatar, bense mezarda...

Teyzeme geldim dün. Laptobumun kablosu bozuldu. Bizim ev sanal dünyadan koptu anlayacağınız. Onu tamire verdim. Kuzenlerim de bizde kalıyodu, onları evlerine getirrdim. E internet bizim evde olmadığına göre de kalayım dedim burada. Digitürk filan da var.Oohh paso House, Er, Three Rivers filan izliyorum...Nasıl mutluyum anlatamam.

Gelirken yolda açık parfüm satan bir dükkanın camında asılı olan iki kağıt dikkatimi çekti ve acı bir Türkiye gerçeğini gördüm. Kağıtta şu yazılıydı, varın yorumu siz yapın: "Rahmetli Bihterin kokusu geldi." Yanında da "Behlül'ün kokusu geldi" yazıyordu; ama diğerinin yanında sönük kalmış.

 Diğer bir şey...Kulağımda şimdi de iltihap çıktı. İyi mi! Geçen cumartesi nasıl ağrıyo,anlatamam! Çorbayla yaşadım bütün gün. Çenemi açamadım! Arkadaşın babasını arattım arkadaşa. "Antibiyotikle, majezik alsın." dedi de cumartesi her yer kapalı! Eczaneler majezik'in kutusunu göstermiyo reçetesiz! Neyse ki teyzemde varmış da o getirdi, içtim. Azaldı biraz ağrı . Pazartesi de ilk iş doktordaydım. Nur topu gibi bi iltihabım, bi de dış kulak yolunda ödemim var artık. Nasıl mutluyum nasıl!!! Aldım ama ilaçları.Yutup duruyorum. Damlalar filan gırla zaten söylemeye gerek duymuyorum. İyileştircem bu kulağı, kararlıyım.

Bi ara da göze gidicem. Yeni gözlük almalıyım.Öyle ya 300 kişillik amfide lazım ;)  Numarası mı değişmiş ne bi de kendi gözlüğümle göremiyorum, arkadaşın gözlüğü bi takıyorum dünya HD oluyo birden. Dişe de gideyim diyorum. Ankaradan önce revizyona girmek lazım yani.

Yaa bi de o var. 14'le 15'inde -sanırım- sınav var. İngilizce muafiyet. Ama atlayamayacağım  sanırım. İnternette sınav yapıyorumm hep " uppermediate " çıkıyor. Birinci aşama tamam da ikinci aşama giricek sanırım. Zira Hacettepe'nin sınavları da kazık hani.

4 Ekim'de başlıyormuş bizim okul. Arkadaş başka bölüm okuyor, "Bizim 20 Eylülde başlıyor.Off!" diyor. Yaa arkadaşım! 11 gün ara tatilim var benim ama!! Sense yatacaksın resmen!

Of bir de hazırlık Beytepe Kampüsü'ndeymiş ve aldığım istihbarata göre orası bildiğin, şehrin dışında Eskişehir-Ankara yolundaymış.Olmasa şaşardım zaten!

Bu arada yakın arkadaşım Macaristan hazırlıklarına başladı .Sordular buna "Ocak mı Eylül mü?" diye, bu eylül dedi!! Hoş, ocak dese de görüşemeyecektik; ama ne bileyim erken gibi. Gidecek orada tıp okuyacak. Uzmanlığı da alıp gelecek. O nasıl olacak anlayamadım bi türlü; ama öyleymiş. Gelecek yaz yanına gitmeyi düşünüyorum ama... Bakalım artık,kısmet...

Bu yazım dizi izlemeden geçti resmen! Sözde Supernatural bitecek, How I Met Your Mother'la kanka olunacak, House ezberlenecek ve bir sürü dizinin ağzından girilecek burnundan çıkılacaktı; ama ne oldu ne bitti bilemeden yaz bitt. ve ben bi b*k izleyemedim. Bravo bana!

Geçen Atv'de Çocuklar Duymasın'a rastladım. "Gülmem ki ben buna" dedim, " Eskisi gibi olmaz şimdi bu." Bu kadar yanılabilirim!!! Yarıla yarıla koptum var yaa! Süperdi yaa =) Pınar-Tamer ikilisi eski tadı yakalamışlar. Ama Selami'nin olmaması üzdü biraz. Yeni yüzler de vardı ve çok da güzel olmuş. İzlenilesi...

Bu arada kilo vereceğim ben, bak diyorum buraya. Ama nasıl, orasını bilmiyorum. Depresyona girdim yaa! Herkes üçgen vücut olmuş da bir ben kalmışım! Ankara'da spor salonu vardır herhalde. Gelecek yaz yakıcam lan ortalığı! Ankara! Wait for me babe!

Aa, bir de Inception'a gittim bir arkadaşla. Güzel filmdi. Alışılmadık tamam; ama haftalarca da bahsedilecek kadar değil bence. Ama görsel efektlere filan laf yok tabi. Oyuncular desen ona keza. Gerçekten iyi. İzlenilir yani.

Eh benden bu kadar.  Zaten öyle action bi hayatım olmadığı için de bu kadar çıkması bile şaşırttı beni aslında =) kendine iyi bak blog...

Not: Kafa Boşaltmaca serisi nereye kadar gidecek acep??

Not 2 : Bak bu da müzik.Ama alakası yok yazıyla öyle içimden geldi =) http://fizy.com/#s/1ahyun

16.8.10

Tatil,Bana Ne Yaptın!?

Her şey aslında kışın başladı. İzmir'de o soğukta yapabileceğim bi aktivite yoktu. Dershanede kafamızı sulandırana kadar ders çalıştıktan sonra tıpış tıpış eve gidiyorduk. Otobüsler de sıkıcıdır kışın ya,insanlar donar,üşür filan. O yüzden de koltuğuma pusar,sıkışır,ısı kaybını minimuma indirdikten sonra takar kulaklığımı açar müziği, biyoloji testi çözerdim.
Şimdi ne alaka di mi? Şöyle ki benim bu sağ kulak ağrımaya başladı. Böyle sızlıyo gibi. Arkadaşa söyledim "Doktora git!" dedi haliyle de bizde nerde o vakit! YGS,LYS kırmışız kafayı...
Önemsemedim ben de. Kulaklıkla dinlememe bağladım,biraz mp3'e ara verdim. İyileşti gibi.Üzerinde durmadım yani.
Ama ben nerden bileyim bu hain illetin dış kulak yolumda ilerlediğini,ürediğini,şehir altyapısı kurup koca koca gökdelenler inşa ettiğini!! Sarmış kulak zarımı pis mantar!
Şöyle ki şuradan malumunuz 4 gün görünümlü 3 günlük bir tatile gitmiştim. İşte orada deniz,havuz derken benim kulak haşat oldu tabi sudan,klordan,tuzdan...Nitekim bunlar da derinde yatan canavar mantar kolonisini harekete geçirmiş. Arkadaşıma "Kulağıma su kaçtı." dedim. O da "Yaa..." dedi. "Evet" dedim. "Babama geliosun hemen." dedi.
Gittim bugün yanına arkadaşımın babasının ki taptım adama!! Allahım nasıl kibar, nasıl profesyonel! İdolüm o artık benim! Bi de İzmir'in sayılı doktorlarından!
Neyse baktı doktor kulağıma bi boruyla-7 yıl sonra adını bilcem onun!- dedi mantar kaplamış kulak zarını. Ben bi kaldım "Hönk!" diye. "Nasıl yaa? 1 hafta oldu daha şikayet başlayalı." filan dedim.
"Deniz havuz tetiklemiş, vardı herhalde" dedi.Yıkıldım!
Beni başka odaya götürdüler. "Yat." dedi hemşire. Hemşire de diil, oradaki kayıt memuru! Yattım, kulağıma bir şey damlattı ve ben bittim!!
Allahım o ne şey öyle yaa! Bak anlatırken bile tüylerim diken diken. Fokur fokur kulağım böyle. İçerde parti veriyolar sanki. Roman mahallesi toplaşmış da dokuz sekizlik kopuyolar kafamda!
O bittikten sonra diğer kulağa da aynı işlemi uyguladılar ki bu daha beterdi. Zira sağ kulağımdı iflas olan. Ama beni bu fokurtular değil de memurun sonraki hastaya: "Siz biraz bekliceksiniz, hastamızın kulağı pismiş biraz." şeklindeki bilgilendirmesi bitirdi! Rezaletin daniskası! Pismiş! Sensin pis,pis karı! Ben kulağıma iyi bakarım bi kere! Havuz suyu kurbanı olmuşsam suçum ne! Kulağıma damlattıkları şey de oksijenli suymuş.Teallahım!!
Neyse işte böyle. Artık 20 günlük bir damla maratonu beni bekliyor.Bi de içeri su girmicek.Bak onu nasıl becericem onu ben de bilmiyorum...

13.8.10

Tatil Fiyaskosu ve Başarı Hikayem

 Döndüm =) Geldim o bitmeyen tatilimden blog. Hemi de amele yanıklarımın üzerine bir sünger çekerek. Artık,kırmızı-bronz tonlarda kulunuzum şu vakit.
Döndüm,döndüm ama başıma da gelmeyen kalmadı blog. Şu dört gün neler oldu neler ki hemen yazayayım da rahatlayayım.
Her şey geçen cumartesi başladı. Ben evde her zamanki gibi gayet normal günümü yaşamış,caaanım ailemi beklemeye koyulmuştum. Anam,babam,kardeşim geldi ki ardlarından ablam damladı ve yüzünde de kocaman bir gülümseme...Ne dese beğenirsiniz? "Tatile gidiyoruz!!" Biz doğal olarak bildiğimiz bir şey olduğundan "Eee,biliyoruz.Didim bizi bekliyo." filan dedik ve ablam haberini patlattı."Didim'e deeiillll.Gümüldür'e gidiyoruz." Hoppalaaaa!! Nerden çıktı şimdi bu? Hani Didim'di. Hani hep gittiğimiz oteldi. Hani cıstak cıstaktı.

Efenim,olay şudur ki ablam,canım ablam, garib ablam,çilekeş ablam geçen hafta bir arkadaşı tarafından Ayvalık'taki kampa davet edilmiş,çadır kampında gayet iyi eğlenmiş,tesisten pek bi memnun kalmıştı. Bunun üzerine araştırmış ve bize ona benzer bir kamp yeri bulmuştu. Böylece konaklamaya minimum,eğlenceye maksimum  para harcayacaktık.
Hazırlandık. Bavullar,torbalar,çantalar ne var ne yok tıktık. 4 gün gidecez sözde ;ama gören evi terk ettik sandı. Eğer olacakları bilseydim yeminlen bi şort bi tişört giderdim!!!
Garaja vardık. Gümüldür otobüslerini bulucaz, diodum ki Gümüldür dolmuşlarını bulduğumuzu farkettim!! Dolmuş!Minik,ufak,minnacık,küçücük ve boyutla ilgili her türlü küçültme ekini alan kısalık belirten sözücükler.

Klimayı bırak, havalandırmayı geçtim, camları açılsa bari! Yanıma da oturdu  mu sana bi yarma! Hem de ne yarma ki düşünün beni cam kenarına sıkıştırabilecek boyutta! Beni...beni beni...100 kilo adamı!( Bak orda beni'de bihter sesi var ;) )
Bi de oturduğum yer güneş mi sana! Hoppaaa! Baygınlıklar geçire geçire çıktık yola. Gaziemir'e geldiğimizde de adam ağzına kadar dolu dolmuşa da adam almaya devam etti yaa!! Üstüste gidiyoz böyle sardalya konservesi gibi! Hava alamıyoz! Neymiş efenim,camı açarsa çocuklar hasta olurmuş terli terli! Lan kadın deli etme beni aç o camı! Cinnet geçirecem sonra hastalancak çocuk kalmıcak ortada!
Velhasıl kelam,şu stresli yolculuk için 3 kişi 27 lira ödedikten sonra o IQ'su 0-15 arası giden gelen şoför tabii ki de bizi yanlış yerde indirdi!!!İndirmese şaşardım!
Neyse telefon edildi Fikri Bey(!)'e ki yeri tarif edilsin de bulalım diye. Bu arada gideceğimiz yerin adı da Fikri'nin Yeri.
Adamın bize söylediği bir tek şey yok ortalıkta! Ne tansaş, görebiliyoruz ne denmar ne de herhangi bakkal dahil bi alışveriz merkezi.
O kadar eşya ile sürüne sürüne, diller dışarıda bi yere vardık. Direğin tepesinde "Fikri'nin Yeri" tabelasını görünce çölde su bulmuş bedevi kadar sevinmiştim ki vurgunu yedim!!!
Hem de ne vurgun! Ablamın,canım ablamın,garib ablamın, çilekeş ablamın bize bulduğu yer kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir yerdi. Anlatılmaz,yaşanır bir yerdi. BERBATTI!!!!
Hayatımda gördüğüm en iğrenç yerdi! Fikri bey(!) ise hayatımda tanıdığım muhtemelen en berbat insanlar listesine hayli yüksek basamaklardan giriş yapmıştı! Evet 5 yıldızlı hotel beklemiyorduk tabi de bu kadarı da olmazdı ama!! Mutfak dolap var dediği kampın ortasındaki naylondan yerdi -ki etrafındaki tabak çanaktan anladım- Dolap dediği de barakaların önlerindeki paslı aletlerdi!!!Duş-banyo filan anlatmaya içim elvermez, veremez. Size bu kabusu yaşatamam sözcüklerle! Fikri Bey bi de utanmadan "Ee, insanlar mangal yapmaya geliyorlar." filan diyordu ki höh, dedim höh! İnsanda mide olur.Bu mu yani.

E tabi oradan kaçar adım uzaklaştık .Tabi hedefimizde ablam vardı. Yazık dokunsan ağlıcak modda. O ne bilsin böyle olduğunu.Safım, telefonda ne demişlerse inanmış. Nerden bilsin duşun ordaki bidon olduğunu.Veya dolapların tenekeden bozma paslı aletler olduğunu.

Neyse biz naapalım ne edelim derken tekrar Didim'de karar kıldık ve İzmir'e geri döndük. Dönüş gelişe göre daha sakin daha insancıldı. Kalabalık değildi dolmuş ve camlar filan püfür püfürdü.

Ablamla dalga geçerek de bayağı eğlendik =)

İzmir'e döndükten sonra tekrar otobüse atladık. İstikamet didim!. Tabi Pamukkale'nin o güzelim neoplanları cennet kaldı o dolmuşların yanında =D Film izleye izleye gittik ki ne oldu demeye varmadan Didim'deydik.

3 yıldır kaldığımız otele vardığımızda saat yediydi ve 4 günlük kısacık tatilimin 1 günü yollarda geçti.

Bunlar dışında tatil şahaneydi =) O club senin bu club benim gezdik de olan benim kulaklara, gözlere oldu. Su kaçan kulağım zaten sağırlığa meyilliydi. 4394894 desibel ortamda iyice gitti. Çözünürlüğü 0'a yakın olan gözlerimse o lazerli,flaşlı ışıklarla eksi piksellere düştü. Club en çok kardeşime yaradı,zira bi an bile yerine oturmadı hırtapoz! =)
Veee asıl bomba,bu sabah kahvaltıdayken ordaki bir konuşmaya kulak misafiri oluşumla geldi.
"Yerleştirmeler açıklanıyomuş bugün."
"Yaa evet seçil naaptı acaba?"
Hönk :S Ben bi kaldım. "Nası yaa? Gelecek cuma diil miydi?" derken ablamdan doğrulama geldi ki o da gazetede görmüş. Nasıl o bilgisayarı açtım nasıl girdim bilmiyorum ki evvet bee!!! Hacettepe kastamonu tıp kazanmışım!!

Nasıl sevindim nasıl sevindim anlatamam. Ayaklarım oturma organıma vura vura çıktım odaya ki telefonlar da gelmeye başladı. Tebrik edenlere çok teşekkürler =)



                         Böylece dönüş yoluna girdik ve şimdi evimdeyim.Home sweet home...

9.8.10

4 Gün 4 Gündür! Tatil time =)

Ve bu çocuk tatile gider =) Aah ah gönül isterdi ki şööyle, bir ay doya doya gitsin; ama bu çocuk abla-kardeş kurbanı ne yazık ki!

 4 gidecek bu çocuk ; amaaaaa o 4 gün bile yeter ona. Yanayım yeter yaa! Zira millet çukulanta çukulanta geziyo anasını satiim. Ben kaldım amele yanığı aralarında.!! Sokağa atılmış it yavrusu gibi tısıyorum yanlarında. Yoldan geçenler "Aha yanmamış lan bu eziikk!!Nıhıhıhhahaha" filan diyolar içlerinden hissediyorum.Bi ezen bakışlar,hor gören fısıldaşmalar. Var bunlar biliyorum!
Ama ben napiim ha? sorarım size! Anam babam işte,çalışıyolar. Kardeşim ablam desen ona keza! E yanlız da gidilmez. Eee? Sap modu açıp oturmak kaldı evde bana da haliyle.

 İşte,arada arkadaşlarla da gezmeye filan gittiğimde de gözümün nuru (!) amele yanıklarım oldu İzmir sıcağı katkılarıyla. Ha ben istemez miydim kolsuz atlet gibin şeyler giymeyi? Arkadan ip gibi olanlardan. Ama istenilenle olan olmuyo ne yazık ki sayın izleyen. Zira şu narin (!) vücüdümde nasıl duracağını düşünüyorum da...Aman aman evlerden ırak. Hayır, zaten amaç kamuya görüntü kirliliği olmasın.Yoksa tın yani.Giyerim.

Zaten şu aralar depresyondayım. Yolda kimi görsem eşkenar üçgen vücutlu yaa!! Saydım, 10 kişiden 6sı üçgen, 3'ü tığ gibi "slim" tabir ettiğimiz cinsten!  E kalan 1 de benim caaanım kaderdaşlarım camışgiller.
Ama ben diyeyim, size Amerikanın oyunları bunlar! Burger, Mcdonald's mahvetti bizi! Her ne kadar aşkından ölsem de... Kahrolsun ranch ve sarmısaklı mayonez!!!
Gümüldür'e gidiyoz bu arada. Ablam, canım ablam, çilekeş ablam bi kamp yeri bulmuş Fikri'nin Yeri diye. Başta bana yol kenarı restoranı gibi geldi ama..Gidenler beğenmiş. De lan ben napiim gidenleri, inşallah ben beğenirim. Gerçi bi şemsiyesi, bi şezlongu olsun yeter bana. Yanıma da aldım zaten Grange'ın son kitabını, bi de ekistıradan da çaktım yanına da Jeff Abbot'un "Panik"i. Ooohh değmeyin keyfime a dostlar...bi de kaybettiğim mp3üm olaydı yanımda, iyiydi ama..neyse olur o kadar diyerekten yazıyı sonlandırıyorum.Özleyin şu fani kulunuzu...

5.8.10

Kafa Boşaltmaca vol. 2

Eveettt,bir yazıya daha başlamış bulunuyorum. Yalnızi şöyle bir sorun var ki anlatacak birkaç şey var ki birbirinden alakasız. E tabi bunları ayrı ayrı anlatmak isterdim;ancak şahsımın üşengeçliğiyle böyle bir şey mümkün olmuyor. Bu yüzden de bu yazının içeriği karman çorman bi şey olacak ki lütfen kınamayın şu üşengeç kulu.
Öncelikle tercihlerimi verdiğimi söyleyeyim. İlk 5 sıraya "İmkansızlar", sonraki 5 "Olabilir olanlar", ondan sonraki 202yeyse "Yok artık!Yuh! Kesin girersin ooluuumm" ları yazdım. Ama tabi ki de ÖSYM'nin bende oluşturduğu paronoyak ruhumdan ötürü sonlara da iki üç genetik serpiştirdim. Diğerleri tıp bu arada.
Gönül ister Ege olsun; ama Eskişehir olacak gibi.
Bi de insanlar var tabii. "Ee naaptın? Neresi oluyo? Başlara ne yazdın?" Ne yani 30'unu da sayayım mı? Töbe töbee. Hangisi olcak bilsem,o kadar uğraşıp da araştırmam di mi? Tek yazarım. Ama işte, insanları da mazur görmek lazım. Merak ediyolar sonuçta. Bi de arkadaşlar var tabii. Bi yandan da onlara tavsiye veriyorum.Güzin Abla modundayım azcık bu sıralar anlıcağınız.
Onun dışında Avatara gittik arkadaşlarla.Genel olarak kötü olduğunu duymuştum filmin,ondan beklentimi düşük tuttum; ama bi işe yaramadı. Sevmedim filmi. Bi de orjinali yoktu Türkçe dublaja gittik ki filmi berbat eden de buydu biraz da. Zira çocuk kopmuş onu bunu büküyo,heyecan dorukta, dövüş gırla gidiyo, millet yerlerde... kız geliyo bi "ang" diyo. Biz kopuyoruz!! Yani bi bak, bi izle di mi seslendirmeden. "Aang" "eng" diye telaffuz edilir. Ama bizimkiler "ang" dedikçe biz koptuk! Agni Kai(Agni kayi) yi filan "agni kie" diye filan okumaları da ayrı berbatlıktı. Ama asıl kötü olan su bükme hareketleriydi. Yaa çizgi filmde ufak bi hareket... hoop su elinde. Bunda iki saat dans ediyolar anca su yerden kalkıyo. Onlar su bükmeye çalıştıkça ben büküldüm oturduğum yerde!Afakanlar bastı.!Sonra Sokka! Onun aptal,komik,mızmız ama yeri gelince ciddi olması gerekirken filmde bi kasım kasım kasıntı yapmışlar, izledikçe sinirim bozuldu. Aang'in de neşe dolu,esprili,uçarı bi insan olması gerekirken saçma,ciddi bi kişilik yapmışlar ve Aang'i 9 yaşında çocuk canlandırıyo. E bu Kataraya aşık olacak filan. Katara büyük kalmış. O boyla nasıl öpçek kızı? Aklıma geldi bi de ona koptum. Ama Appa'yla Momo'yu süper yapmışlar,beğendim.
Bi de bu aralar millet peynir ekmek gibi yurtdışına gidiyo yaa. Az önce Amerika'ya gidecek bi arkaşımın veda partisi gibi bişeyinden geldim mesela. İnşallah oralarda çok eğlenir ve hayatının  en unutulmaz günlerini geçirir.
Başka bi arkadaşım da ÖSYM kurbanı olarak kendini Macaristan'a atıyo mesela ve kız utanmadan 6 yıl sonra çatır çatır uzmanlığıyla gelcek buraya.Bense TUS için dirseklerimi çürütmekle meşgul olucam.Gelecek sene kararımı verdim ancak onu yanındayım. Macaristan wait me baby ;)
Bi de çok ama çok utanarak yazıyorum şu satırları ama Çağan Irmak'ın izlemediğim filmine rastladım! Hem de ilk filmi. "Bana Şans Dile"
Allahım nasıl etkilendim anlatamam. Şimdinin genç yetenekeri daha çöm filmde gerçi ama hikaye çok güzel geldi bana. Ya da Çağan Irmak olduğu için öyle düşünüyorum ben, bilmiyorum;ama film düşüncelere itti beni.
Hakikaten filmdeki gibi en büyük korkularımızı,en kötü anılarımızı  anlatsak neler değişirdi hayatımızda?Daha mı iyi olurdu? Veya daha mı kötü? Dünya'yı değiştirmek elimizde mi? Ya da bi bağcığa mı bağlı hayatımız? Etkilendim anlayacağınız...Böyle salak salak şeyler kuruyorum ya neyse....ama izleyin tavsiye ederim...

İşte bu da filmin müziği sayın izleyici...http://fizy.com/s/102yqn

...

.....

...

...

Yorumlar....

Yorum.