2.12.13

Ne Var Ne Yok?

Sonunda klavyenin başına oturdum blog...Aslında klavye başından kalkmayıp da "Sonunda klavye başına oturdum." cümlesiyle başlamak da ironi mi desem ikiyüzlülük mü desem bilemedim yemin ederim.

O kadar uzun oldu ki yazmayalı en son ne yazdığıma bakmak zorunda kaldım. Baya bir efkarlanmışım da yazmışım son yazımı anlaşılan. O zamanlarki -sanki yıllardan bahsediyorum yalnız hepi topu 1-1.5 ay bir şey!- ruh halim depresif,kızgın,karmakarışıktı. Şimdi sakinleştim. Hem zaten sakinleşmeyip de ne yapacaktım ki? Sinir,stres sadece bünyeye zarar. Demişim zaten "Giden gelmiyor geri." diye. Aynısını çok sevdiğim lise fizik hocam da söyledi: "Geçmiş,geçmişte kaldı. Önüne bak." diye.

Hem gittikçe daha iyi oluyor sanki yıl blog. Hematolojiden aldığım 82 üzerine enfeksiyondan da 83 aldım. Bu da sene sonu ortalaması için hatırı sayılır bir puan demek.

Seçmeli komitemiz yeni bitti. 1 ay boşlukta yüzdük resmen! Filmin,dizinin dibine vurdum. 3 kitap okudum. Boş boş takıldım anlıyacağın. Az endokrin çalışayım filan dedim ama olmadı. O boşluğa bünye çok dayanamadı. Koyverdi anlayacağın. Seçmeliden de 100 bekliyorum. Eğer o kalori sorusu 20 değil de 30 ise :D Tabi Adli Tıp'çı söz verdiği gibi yoklamada tam olanlara 100 verirse...Onun da kokusu çıkar bugün yarın ki % 5'lik komite...Az değil.

Bugün de endokrin başladı. Korkulu rüyam. Nefretim. Hayırlısı artık....

Neyse çok konuştum. Dersler cephesinde durum bu. Onun dışında haftasonu Eskişehir'e gittik ev arkadaşımla. Onun ailesi orada yaşadığından mütevellit bir ziyaret edelim dedik. Annesi de ,sağolsun, davet eip duruyordu madem boşuz gidelim dedik. Çok güzeldi Eskişehir! Türk Kültür Başkenti olacak olmasından dolayı hummalı bir inşaat hakim şehre ama harika hala. Yani ben zaten TurkMSIC Genel Kurul dolayısıyla gitmiştim ama öyle çok gezememiştim haliyle oturumlardır, hangoverlıktır falandan ötürü. Aile ile çay-meyve keyfi, 3D film izleme ve Reyhan teyzemin muhteşem yemekleri ve profiterolü -bu ayrı belirtilmesi gerekn bir lezzet sevgili okur- ile harika bir 3 gün geçirdik.

Bu arada spora başladım. Bildiğin spor salonuna gidiyorum. Eşyalarımı çantama tıkıp çıkıyorum evden ve kaplumbağa misali geziniyorum ortalıkta. Seçmelinin boşluğunda artık neredeyse marketteki kasiyer bile "Spor yap camış." bakışı attıktan sonra takıldım Yağmur'un peşine gidiyorum. Yağmur her gün spor yapan arkadaşım. Beraber yürüyüp,koşuyoruz. Ben kas filan çalışıyorum;ama öyle aman aman vücut geliştirme değil. Maksat kas kitlesi artsın. Zaten cüsseliyim bir de Arnold Schwarzeneger olmanın manası yok değil mi ama?

Aşk hayatım ise bildiğiniz gibi. Ben yine birinden hoşlanıyorum. Sinyallerimi gönderiyorum. Sinyaller manyetik duvarlardan seke seke suratım çarpıyor. Gerçi hoşlandığım kızla şu aralar bir şeyler olabilir. Umarım blogumu okumuyordur ki bu yüzden yazımı sosyal medyada paylaşmayacağım artık. Aslında sırf böyle şeyleri yazabilmek için nickle mi yazsaydım başta blogu demiştim. Hatta denemiştim. Ama bir arkadaşım şak diye anladı ben olduğumu. Yazdıklarım ele veriyormuş çok. Ondan Pucca,HBBA vs.ye çok özeniyorum. Rahat rahat cirit atıyorlardı bloglarında...

Couchsurfing'e başladım bu arada. İlk misafirimi bekliyorum; ama gelemedi adam Samsun'dan! Atatürk müsün arkadaşım ne işin var Samsun'da di mi! Kop gel işte; ama yok, illa gezecek...

Neyse yaa...anlatacak, iç dökecek çok şey vardı da bayramdır, hastalığımdır vs...Yeter. Fazla uzun olmasın. Hem artık geçmişi geride bırakıyorum. Yeşil çay içiyorum (Böğk bir tadı var lanet şeyin!). Çayı şekersiz içiyorum (ki cehennem gibi) Yani en azından bazen...Ama kalkıp börek yapıyorum. Böyle de malım. Ama çabalıyorum değişmeye...

Değişiyorum diyemem. Ama aynı da kalmıyorum blog...

26.9.13

Uykusuz Satırlar...

Yine klasik olarak gece uyku tutmadı ve kendimi klavyenin başında buldum blog. Şu aralar - Temmuz'dan beri- uyku tutmuyor zaten. Beynim bir türlü "Kapan!" emrini vermiyor. Bilirsin zaten sen de. Kafaya takıp, döndürüp döndürüp düşündüğün şeyler varken bir türlü kapanmaz o lanet olasıca yağ yığını. Gecenin bir vakti kalkar kitap okursunuz veya blog yazarsınız ki kasvetli düşünceler dağılsın da azıcık uyku girsin gözlerinize;çünkü yarın ders vardır sabahın köründe. Zor. Yoğun. Bildiğiniz.

Dönem 3'ü tekrar etmemin ağırlığı hala üzerimde blog. Resmen çekilmez bir insan oldum. Arkadaşlarım çaktırmasalar da "İllallah" etmişlerdir eminim. Ben,arkadaşlarım ve bir ton insanın uğradığı haksızlık...Neyse bunları yazmak istemiyorum bu bloga. Kalsın böylece. Yazmaya çalıştım bir sefer. Yapamadım. Bitiremedim. Dökemedim içimdekileri yazıya,belki de ilk kez. Yo...İlk kez değil.

En son dayımı kaybettiğimde hissetmiştim bunları sanırım. Evet,evet....Uzun zaman oldu. Çok uzun. Boğazdaki düğüm, göğsün ortasındaki yumru....Yok. Kelimeler çıkmaz ağızdan. Düşünceler saçmalar, kendi aralarında girdaplar yapar. Mantık yok. Duygu...Saf. Kirli. Yoğun. Sığ. Gözyaşlarına bulanmış.

Gencecik bir insanın gitmesi bu dünyadan vakitsizce çok ama çok haksız gelir. "Şşşş Allahın işine karışılmaz." diye susturur büyükleriniz sizi ve siz bağıramazsınız "Haksızlık bu." diye! Ya da bağırsanız da duyup da takan yoktur. Taksalar bile iş işten geçmiştir. Şiirde de der ya şair:

                                       "Çok seneler geçti...Dönen yok seferinden..."

Giden gitmiştir. Hiçbir yakarış geri getirmeyecektir.

İşte haksızlık,haksızlığa uğramak buymuş. "Yeter bırak artık!"lar kifayetsiz. Tüm gün mutlu;ancak yastığa kafanı koyduğunda acımasız düşünceler. Beynin kemirilmesi.

Bugün ilk komitemin sınav sonucu açıklandı....82...Ne komik değil mi? Bu saatten sonra bir boka yaramayan bir B1.

4.9.13

İyileşiyorum...

Kendimi toparlamam lazım. Az kaldı. Sertab Erener de söyledi ya, ne güzel söyledi: İyileşiyorum. Şu hafta bitsin de yine yazılarımla sende olacağım blog. Yeni yerde yazmaya başladım biraz biraz ama senin yerin farklı bende. Çok şey oldu bu yaz. Çok şey yaptılar. Anlatacağım;ama dedim ya. Toparlanmam lazım.

5.7.13

Bitse de Gitsek!!

Bitsin Artık!!!

Bulaşıklar birikti...Koltuk örtüleri darmadağın...Poğaça yemekten için kıyıldı...Her şey fosforlu kalem lekesi...Her yerden kalem fırlıyor...Notlar her yerde...Çıkmış sorular bastığın her alanda...Kitaplık darmadağın!

Bitsin artık şu final çilesi! O kadar sıkıldım ki! O kadar sıkıldık ki! O kadar sıktılar ki! İllallah dedik resmen! Hacettepe'nin "dünya kriterlerindeki" dandik sistemi yüzünden acılar içindeyiz resmen blog. "Hep ileriye...
en iyiye" mantığını çok yanlş anlamış olan Hacettepe'nin zor sınavlarından,kıytırık sisteminden,akıl almaz öğrenci düşmanı yönetiminden resmen gına geldi artık!

Ufacık...minicik...mini minnacık mantıklı bir hareket yapsalar dişimi kırmak ne kelime söküp vereceğim olduğu gibi 32 dişi ellerine!

Diğer fakültelerle karşılaştırıldığında insafsızlığın daniskası kalan soruları...Eh yuh artık dedirten mantıksızlıkları LYS tercihlerinin yapıldığı şu günlerde insanlara "Sakın gelme!" dememin en baş sebebi olsun ve kayıtlara da böyle geçsin lütfen.

TUS dershanesindeki derste hocanın söyledikleri:" İstanbul Üniversitesi'ne de ders verdim, Çapa'ya da...Hacettepe'nin soruları resmen insafsız. Onların soruları laylaylom kalmış sizinkilerin yanında."

Diyoruz ama inanan yok ya en çok da o koyuyor belki de...

Neyse işte bitsin artık şu Pazartesi-Salı ve -Allahım n'oolur ama n'ooolur geçeyim =( - bitsin şu çile!

Her Şey Aşktan....

Sonunda Işın Karaca'nın yeni albümünü dinledim blog...Ders eşliğinde tabi.

Resmen bayıldım...Arabesk çok yakışmıştı Işın Karaca'ya ve bayılarak dinlemiştim o şarkıları...Arabesk söylendiğinde beğenmediğim şarkılar Işın Karaca'nın sesiyle yepyeni taptaze olarak ruhuma işlemişti; ama ikinci arabesk albümünden sonra da bir Işın Karaca artık kendi tarzına dönemeyecek mi yoksa korkusu sarmadı da değildi bünyemi ancak bu albümle yine haklı olarak kendine hayran bıraktı beni...Tangodan popa birçok şarkı var ve ben hepsini çok beğendim özellikle "Yalnızlık" ve albüme adını veren "Her Şey Aşktan" şarkılarını...İçindeki albüm yaz vakti çıktığından olduğunu düşündüğüm remix "Helal Olsun" da orjinal hali kadar başarılı değil bence ama onu da seven vardır elbet. "Vurgunum" da harika...

Allahım bu böyle gider...Sonuç olarak cidden her şarkı tek tek çok güzel olmuş....Işın Karaca efendim...Dinleyelim...Dinletelim.

İyi ki Doğdu!!!!

Bugün 5 Temmuz'du...Yani benim biricik ablamın doğum günü!! İyi ki doğmuş o ve iyi ki hayatımda! Hem kardeşim hem ablam....Onlar olmasa ne yapardım bilmiyorum. Keşke şu lanet okul olmasaydı da evlilik hazırlıklarında yanında olabilseydim. Keşke beraber yapsaydık alışverişlerini...Yine sinir etseydim ben onu "Çok gereksiz bu ne alıyorsun." diye diye...Ama kısmet...İnşallah geçerim de şu dönem 3'ü bütünlemeye kalmadan da düğününde yardıraraktan Roman havasında affettiririm kendimi....Yani umarım.....






19.6.13

Aile Planlaması: Nedir? Ne Değildir?

Çok değil birkaç gün önce sayın (!) başbakanımız açıkladı: "Doğum kontrolü diye halkımızı adeta kısırlaştırdılar."

E bravo monsieur! Vallahi bravo! Halkımızın gözünü açtın! Biz yıllardır uyutuyorduk onları. Lanet olsun ki sen çıktın ve bütün planı mahvettin. Şimdi biz hekimlerin asıl görevi olan nüfusu yok etmek görevimizi alt üst ettin sen! Nasıl yapacağız bunu!? İnan şu an büyük düşüncelerdeyim!


"Doğum kontrolü diye halkımızı adeta kısırlaştırdılar." ne demek Allah aşkına. Dünya Sağlık Örgütü'nün tanımladığı Temel Sağlık Hizmetleri'nden olan Aile Planlaması ne ara doğum kontrol oldu da ne ara insanları kısırlaştırdı! Sen yıllarca verilen uğraş sonucu gerilere çekilmiş -ki hala çok yüksek olan- anne ölüm hızlarının,bebek ölüm hızlarının birbenbire artmasının vebalini nasıl ödeyeceksin?

Biliyorum blogumu takip edenler arasından çıkmaz; ama olur da Google amca sizi getirir de okursanız şu yazıyı sana sesleniyorum sayın okuyan lütfen kulak asma bunlara.

Aile Planlaması "çiftlerin ve bireylerin istedikleri zamanda ve  istedikleri sayıda çocuk sahibi" olmaları için yapılan her türlü işleme denir. Kısırlık tedavisi olduğu gibi bu uygulamaların içinde doğum kontrol yöntemleri dediğimiz çocuk sahibi olunmasının "modern ve sağlıklı" bir şekilde "tehlikesiz" olarak englellenmesidir. Sezaryen ise "doğum kontrol yöntemleri"nden bu kadar uzak bir şey olabilirdi sevgili okur!

Sezaryen bir doğum çeşididir. Normal doğumun imkanız olduğu,imkansız derken bebek ve annenin hayatının tehlikeye girdiği durumda rahmin karın duvarı aşılarak açılması,içindeki bebeğin dışarı alınmasıdır. Yani doğum ameliyatı gibi bir şey anlayacağınız.

Şimdi düşünün normalde bebeğin kafasının doğum kanalına girmesi gerekirken bacaklarının gelmesi gibi bir durum varsa veya annenin leğen kemiği bebekten küçükse bu bebek nasıl normal doğsun? Doğal olarak sezaryene alınır. Karın açılır. Rahim açılır. Bebek çıkarılır. Ne anne ölür ne bebek. Sezaryen sonrası rahim ve karın duvarında yapışıklıklar oluşur. Yani iyileşme doku artıkları ve haliyle eskisi gibi olamaz doku. Ve siz buna bir daha bir daha bir daha ameliyat işlemi yapamazsınız. Bu yüzdendir ki sezaryenle doğumda 2-3 doğum sınırı vardır. Bu sınır aşıldıktan sonra gerek bebek gerekse annenin hayatı ciddi tehlikeye girer. Yani yapılan çalışmalar bunu anneler bebekler ölmesin diye söylüyor. Türkiye'nin nüfusunu azaltmak adına yapılmış bir komplo değil.

Sen devlet olarak aile planlaması hizmetini düzgün sunamadın. Halkın doğum kontrolünden bihaber. Toplumsal cinsiyet kadını yerlerde sürüklüyor adeta. Kadın gelmiş 40 yaşına ve gebe kalmış.

Bu riskli bir gebeliktir ve büyük olasılıkla anne ve bebekte sekeller belki ölümlerle sonuçlanacaktır veya henüz çocuk sahibi olmak istemeyen bir birey,bir çift...4 çocuğu zaten olan bir kadın veya tecavüz mağduru bir genç kız. Bu insanlar için sen "isteyerek gebeliği sonlandırma" seçeneğini sunmazsan yasadışı her şekilde bu insanlar düşük yapmaya çalışır ve hayatlarıyla öderler bunu da...Yapılan araştırmalar bunu gösteriyor zira.

İsteyerek gebeliği sonlandırma da "kürtaj" değildir sevgili okur. Kürtaj [ D & C (Dilatation and Curettage)] sadece bir yöntemdir ki artık neredeyse kullanılmıyor bile. Bu yöntemde metal aletlerle rahim içindeki materyal "kazınır." Ve aklınıza lütfen şu internette arattığınız kesik kol bacak resimleri vs. gelmesin rica edeceğim. 10 haftalık bir embriyonun boyutu yakşalaşık 60 mm boyutundadır. Yani bir zeytin boyutundadır. Ülkemizdeki yasal sınırın dışında olan düşükler zaten yasadışıdır ve yasaktır. Düşük işlemi ilaçla medikal olarak travmasız olarak da yapılabildiği gibi vakum aletleriyle de yapılabilir. Yeter ki steril koşullardaki sağlık hizmeti veren yerlerde yapılsın. Ancak devlet bunu da engellerse artık gazetelerde kendini merdivenden yuvarlayanlar,şiş sokanlar,ağır kaldırarak düşük yapmaya çalışan haberleriyle sık karşılaşacağız demektir.

Lütfen bakabileceğiniz,sevebileceğiniz kadar çocuk yapın. Çocuk yapmayı planlı hale getirin. Bir kadın doğum uzmanına veyahut bir aile hekimine danışın ve planlı,programlı gerçekleştirin her şeyi. Çocuk yapmak istemeye de bilirsiniz ve lütfen o zaman "modern doğum kontrol teknikleri"nden birini kullanın.

Ve son olarak sizden ricam lütfen bu tür şeylere kulak asmayın. İnternetteki her bilgiye inanmayın. Sorgulayın. Düşünün. Araştırın. Güvenilir kaynakları kullanın.

P.S: Doğum Kontrol Yöntemleri konusunda Türk Tıp Öğrencileri Uluslarası Birliği için herşeyi araştırıphazırladığım blog yazısı: http://blog.turkmsic.net/scora/2012/04/20/dogum-kontrol-yontemleri-ve-kurtaj/
P.S 2: Twitter'daki "yersizhouse" ben değilim sevgili okur. Kendisi iflah olmaz şakacı bir arkadaşım tarafından hazırlanmış bir trol girişimi.

15.6.13

182 Kamu Spotu

Yine her türlü börtü böceğin yuvasına çekildiği saatlerde parmaklarım klavye üzerinde Benimle Dans Eder misin? yarışması çekimine karar vermiş oluyor blog. Açtım 90'lar pop'umu bir yandan ve başladım yazmaya...

Günler evde geçiyor artık çoğunlukla blog. Halk Sağlığı komitemiz çok önemli bilgilerin yanısıra biraz da laf salatasından oluşmasından mütevellit evde oturmuş notlardan çalışıyoruz. Haliyle bir sıkıntı basmadı değil;ama önceki evime karşılaştırınca kesinlikle cennetteyim diyebilirim. Televizyonum ve balkonum var. Evimiz sürekli temiz ve arkadaşımla çok iyi anlaşıyoruz. Yani tabi eskileriyle anlaşamıyordum demek değil bu. Onlar da hala arkadaşlarım ama ev içindeki uyumumuz şu aralar çok iyi anlayacağınız. Sebzemizi meyvemizi yiyor, kekimizi böreğimizi yapıyor,balkonda kahve keyfimizi çakıyoruz. Adeta aile tadında yaşıyoruz yani.

Evde televizyon olmasıyla beraber de tabi bir dünyadan haberdar olma olayı oluyor. Aslında Gezi Parkı konusunda yazmak istiyorum ancak o konuda çok doluyum yaz yaz bitmez. O yüzden bugün gözüme çarpan bir şey hakkında yazacağım: 182 Kamu Spotu.

Kapı açılır ve hekimimiz odasına girer. Telefonla arayan sekreterimiz de hekimimize "45 hastanız var.20'si randevulu." ve ilk hastasının kaçta geleceği bilgilerini verir. Hekimimiz ilk hastasını güleryüzle karşılar sonrası bir sohbet bir muhabbet havasında ekran bulanır. 182'nin reklamı tırıvırı....

Şimdi bu kamu spotunu ilk ve bugün gördüm. Tepkim: YUH!

Hakikaten yuh sevgili blog! Yalanın bu kadarı. Hani "Cola'da şeker yok. deseniz daha inandırıcı vallahi. Şimdi iyimser bir yaklaşımla başlamak istiyorum. Bir mesai 8 saat. Yani 480 dakika. Merkezi Hastane Randevu Sistemi(MHRS) ya da 182'nin size verdiği muayene yani randevu aralığı 10 dk. 480/10= 48 hasta sizin minimumda randevulu bakacağınız hasta oluyor. Bir kere burada bir dur diyor insan da daha derinine inelim.

Devlet hastanelerinde şu an bakılan hasta sayısı 80-100-150'lere dayanmış durumda! Bunu düşünebiliyor musunuz? Hekim bu aralıkta hastasının yüzüne bakma fırsatını nasıl bulsun ki muayene etsin!?

Normalde bir hastaya siz geçmiş alma,şikayet dinleme ve fizik muayene toplam en az 20 dk  ayırmalısınız. Ki en az diyorum yani. Peki randevu aralığımız ne? 10 dk! Mantıklı mı bu sevgili blog?

Kaldı ki bir hekim adayı gözüyle değil de vatandaş gözüyle bakıyorum. MHRS sistemini ben çok sevmiştim başta. İnternet alıp randevunu gidiyorsun. Saatin belli hekimin belli. Şu ana kadar MHRS'den randevu alıp da gittiğim ve 1 saatten az beklediğim 1 adet bile hastane deneyimim olmadı ki buna diş de dahil. Randevusuz hasta o kadar çok ki! "E randevu alsınlar o zaman." dediğini duyar gibiyim;ancak 48 kişi kotası dolduktan sonra nasıl randevu alsın adam. Pattadanak geliyor hastaneye tabi ki.

Karşıyaka Devlet Hastanesi evime yakın benim İzmir'de. Geçen sene de üşendim özeldeki doktoruma kadar gitmeye ve devlet hastanesine gittim ki şikayetlerim de gözde seğirme ve sulanmaydı. MHRS'den randevumu aldım 9'a ve gittim. 9'a 10 kala oradaydım ve muayene saatim saat 10.45'ti! O gün gözlüğümü takmamıştım. Doktora seğirmemden ve sulanmadan bahsettim.Ki bu bahsediş tamamen kendi bilincimden kendi sormadı bile şikayetin nedir diye direkt otur makineye dedi. Seğirmen nörolojik,sulanman alerjik dedi. Gözün de normal dedi ve gönderdi.

Benim o anki dumurumu görmeniz lazımdı. Zira benim gözlerim 1'e 1.25 -ki şu an daha da fazladır sanırım- miyop! Sen nasıl normal dersin bana?

Kolumda stresten çıkan yaralar için de teyzemin önerdiği Menemen Devlet Hastanesi'ndeki  dermatoloji uzmanı ise ayrı bir olaydı. Kadının kapısındaki kalabalık zaten mahşer yeri gibiydi. Kavga edenler mi dersiniz,bağıranlar mı? Bir hasta aldı içeri yarım saat oldu diye söylenenler mi? Ki hasta bir biyopsi alıyordu o sırada içeride bir hastadan. Neyse...

Ben içeri girdim içeride hekim hanım ve yanındaki masada da bir memur...Kayıt vs. için. Hekim hasta mahremiyetinden bu kadar uzakta olabilirdim sanırım. Yani evet orada sağlık çalışanı olarak oradaydı o memur ancak hekim ve hemşire dışında bir insanın benle muayene odasında olması beni feci rahatsız etmişti ki devlet hastanelerinde genel durum bu şekilde ne yazık ki.

Sen hekime 3-5 dk. verirsen hastasıyla ilgilenmesi için ve 100 hastayı dayarsan kapısına o hekimde ne çalışma özeni kalır, ne 20 hastadan sonra çalışma enerjisi kalır ne de memura ihtiyaç duymayacak kadar kayıt tutma mecali. O hekim ne tanı koyabilir doğru düzgün ne doğru tedavi edebilir.

Sen hekime hastasına ilacı nasıl kullanması gerektiğini anlatacak, etkilerini - yan etkileri açıklayacak zamanı tanımazsan daha çok bir hekimden çıkıp diğerine giderek sağlık kaynaklarını boşa harcar sevgili Sağlık Bakanlığı. Sen hekime bu kadarcık zaman verir de hekimi hastaya küstürürsen daha çok başımız yanar bizim hekime şiddetten. Sen işleri düzeltecekken olanı değil de olmayanı gösterirsen kamu spotuyla bizim işimiz iş sevgili Sağlık Bakanlığı...

İlgili Kamu Spotu: http://www.youtube.com/watch?v=JZjyURDLnLM

8.6.13

Sanırım Müptelayım

2 komite öncemiz Merkezi Sinir Sistemi(MSS) Hastalıkları komitesiydi sayın izleyen. Anlayacağınız beyin-omurilik ve bu mükemmel ikilinin hastalıkları.

Çok ilgi çekiciydi aslında ama azıcık da olsa ilgimi çekmediğinden pek takmamıştım. Nedense nörolojiye bir nebze soğuğum tıp anlamında. Hem dahili hem harici olarak. Yani tıp kısmı değil cerrahi kısmı da pek ilgilendirmiyor beni. Sebebi ise sanırım bilinmemezlik.

O kadar çok bilinmemezlik var ki beyin ve sinirler hakkında. Bu beni deli ediyor. Tabi hastası olan var;çünkü araştırma alanı evren kadar olan bir bölüm (bkz: eski ev arkadaşım)

Beyin hastalıkları demişken tabii ki psikiyatri dersleri de aldık ki ilginçtir psikiyatri ilgimi çok çeker;ama kariyer anlamında değil. Her hekimin psikiyatriyi bilmesi ve hastalarında bu tür semptomlar gördüğünde gerekli yardımı istemesinin önemli olmasından dolayı sanırım.

Tabi psikiyatri "Ruh Sağlığı" olarak geçiyor. Halk arasında "Deli Bilimi" belki de ama bir bilim "ruh"tan bu kadar uzak olabilirdi herhalde. Çünkü psikiyatrik hastalıklar -depresyon,obsesyon,mani vs.- aslında beyindeki bir şeylerin ters gitmesiyle ortaya çıkan hastalıklar ve siz bunu tedavi ettiğinizde hastalık da tedavi edilmiş oluyor haliyle nitekim anti-depresanlar,MSS ilaçları -ki çok önyargıyla yaklaşılan ilaçlar- beyindeki bu bozuklukları düzeltiyor tabiri caizse.

Gelmek istediğim konuysa bir farmakoloji dersinde anabilimdalının belki de en sevilen hocalarından Yıldırım Sara'nın anlattığı İlaç Bağımlılığı dersiydi ki bayağı ilginç bir dersti nazarımda. İnanılmaz mekanizmalar, inanılmaz ödül yolakları var işin içinde ve buzdağının görünen yüzü sadece bildiklerimiz. Bilinmeyen bir ton şey var. Ama şunu biliyoruz ki sigara irade ile bırakılacak bir şey değil veya kafein o kadar masum değil. Kokain,eroin,morfin,opioidler vs. Tüm bunlar "iptila" yapıcı yani fiziksel bağımlılığın yanında psikolojik bağımlılığın da olduğu, negatif sonuçlarına rağmen kompulsif olarak o maddenin kullanımını tarif eder. Farklı şeylerdir yani bağımlılık ve iptila. Ve kişi o maddeyi almazsa yoksunluk sendromu denilen duruma girer. Titreme,sinirlilik,ağrı ve acı çekme dahil bir ton semptom gösterir.

Peki bunları ben neden anlattım sayın izleyen? 

Üzerine afiyet Facebook ve Twitter'ımı kapattım. Hem de ağır bir sözle kendime verdiğim. Dönem 4 olana kadar açmayacağım hesaplarımı. İkisini de. Eğer bu sene olamazsam 2014 Facebook ve Twitter'sız geçecek benim için. Arkadaşlarım bu konuda bana güvenmiyorlar hatta dalga geçen çok. Dayanamayacağım sanıyorlar; ancak kararlıyım ve onlar bunun farkında değiller. Sonuçta Facebook ve Twitter olmadan da yaşıyordu insanlar. Ben yaşıyordum en azından.

Bildiğin bağımlısı olmuşum farketmeden! Tabi beni az tanıyanlar bilir söyleyecek çok şeyi olan bir insan ve söylemeyi de seven bir insan olduğumdan bunları kapatmak bir stres yaptı. Yapmadı değil.
Ama ders çalışmalıyım blog. Ciddi ciddi hem de...

Birçok mail grubundan da ayrıldım. Yani artık IFMSA ve TurkMSIC mailleri de yok. Dizimag'i de sık kullanılanlarımdan sildim.Zaten takip ettiğim diziler sezon arasındalar. Yeni dizi de yok. Şu an internette sadece blogum var sosyal medya anlamında anlayacağın ve ben yoksunluk çekiyorum! Ancak üstesinden geleceğimden eminim.

Şu an Halk Sağlığı komitesindeyiz -ki en yüksek yüzdeli ve son komitemiz- ve final için çalışıyorum 8-9 Temmuz'daki. Bu komiteden yüksek alırsam finalde çok çok avantajlı konuma geçeceğim ki bütünleme stresini yaşamak istemiyorum ablamın düğününün olacağı şu güzelim 2013 yazında.

O yüzdendir ki internetle bir miktar kestim ilişkimi. Arada bir blog yazarım o kadar. Oya-Bora'nın da şarkılarıyla can verdiği Çağan Irmak'ın ilk uzun metrajlı filmi olan -aslında berbat bir film ,ki kendisi de söylüyor bunu, ama benim bayıldığım film- filmin adıyla kapatayım bu yazımı da sayın izleyen: Bana Şans Dile...

Bu da şarkısı: http://www.dailymotion.com/video/x46n3c_oya-bora-bana-sans-dile_music

21.5.13

Kafa Boşaltmaca vol. 12

Yine bir annelerin "Saat kaç oldu!? Yat uyu artık!" dediği saatlerde yanımda ballı sütüm -NE!? KAHVE Mİ İÇEYDİM BU SAATTE!?- bilgisayar başına geçmiş, klavyeye parmaklarımı kaptırmış bulunuyorum sevgili blog. Anlatacak bir sürü şey birikti haliyle. En son pikniğimizi yazmıştım bol bol fotoğraf da paylaşaraktan. Hani o yazının sonunda arkadaşım İzel'le İzmir'e doğru yola çıkıyorduk. Hah işte çıktık...

Smyrna...Ah Smyrna!

Yorucu ve bir o kadar da stres atıcı pikniğimizden ayrıldıktan sonra eve koşup deyim yerindeyse uçarcasına bavulumu hazırladım ve 23.00'teki otobüsüme yetişmek için yola çıktım. Tabii bu yola çıkışı azıcık geç yapınca otobüsüme ucu ucuna yetişmeme mütevellit sevgili arkadaşım İzel'den zabartayı yedim canım blog.
Hayır yani 10 dk. kala geldim zaten niye kızılıyor bana bu durumda anlamıyorum; ama asıl olay bu değil tabi. Asıl olay ağzı kulaklarında İzmir'e yola çıkan iki gencin otobüslerindeki yerlerine oturmaya hamle etmesiyle orada bulunan yaşlıca insanlara "Bizim yerimize oturmuşsunuz." havaları taslayıp daha sonra da muavinin "Biletiniz bugünün değil yarının arabasına." açıklamasıyla dumur olmasının hikayesi...Bizim hikayemiz.

Aslında suçlu şu anda büyük ihtimalle bir tıbbi atık çöplüğünde çürüyor. Ya da bir diş hekimliği öğrencisinin dolgu yapma becerilerini geliştirmek üzere formaldehit dolu bir kavanozda sonunu bekliyor. Evet efendim, asıl suçlu yirmilik dişim! Şaşırdınız değil mi? Anlatayım.

Şuradaki yazımda yirmilik dişimin nasıl hunharca bünyeme zarar verdiğini ve ameliyatla çıkarıldığını sonrasında ise ağrısıyla hayatımı cehenneme çevirdiğini anlatmıştım. Alveolit olmam, ağrılar vs... Bir ton çile çekmiştim. Ta ki dişimde oluşan apseyi görene kadar! İltihabi bir şey aynada ağzımı açmış bakarken ona bana gülümsedi adeta. Buraları hızlı geçeceğim. Zira hayatımdan silmek istediğim anılar,anlar...Orası tekrar açıldı, kürate edildi (deyim yerindeyse kemik kazındı.) antibiyotikler,ağrı kesiciler ve lanet olası dikiş!

Peki ben bunları neden anlattım? Sevgili arkadaşım İzel bana güvenerek bilet alma işini verdi. Sınav çıkışı ise 4.30'daki randevuma gidip dikişlerimi aldırmam gerekiyordu. Ben de 4.15 gibi yolumun üzerindeki bilet şubesine uğradım ve aldım biletleri. Ancak oradaki çok affedersiniz "angut!" onlarca kere cuma dememe rağmen sen kalk cumartesiyi bana ver! Dikişler için de acelem olduğundan kontrolü etmeyip imzaladım biletleri aldım. Defalarca yaptığım şeyi bir kere yapmadım,sonuç İzel'in kızgın bir şekilde kavga etmek üzere yazıhaneye giderken hızlı hızlı peşinde koşturmak oldu ona yetişmek için. Bayağı bayağı sinirlendi kız ama ne yapsın bileti imzalayan ben hatalı olduğumdan bir de o "angut" hiçbir şey olmadı. Neyse ki gece 12'de normal hatlı bir otobüs varmış da onunla gittik.

O kadar iyi geldi ki bana o 5 gün blog anlatamam! O kadar kendime geldim ki! Gerçi dönüşteki bir kongredeki sunumum için paso makale okumak zorunda kaldım ve birçok arkadaşımla istediğim gibi vakit geçiremedim ama geçirebildiğim kadarı bile bana yetti....İzmir gibisi yok hakikaten!

Cerrahi Fermuar vs. Bayılan Kız

İzmir dönüşü HÜTBAT (Hacettepe Üniversitesi Bilim ve Araştırma Topluluğu)'nun geleneksel Bilim Günleri'nde Cerrahi Fermuar tekniğiyle ilgili sunumum vardı. Teknik yara kapanmasıyla ilgili. Aslında bir fermuar. Gayet basit bir durum yani;ancak sonuçlar dikiş ve benzeri ile kıyaslandığında daha iyiydi.
Sabah kalkıp hazırlandım. Aç "hazırlandım"ı: Takım elbisemi giydim,saçımı jöleledim,laptobumu aldım ve Wall Street yürüşümle Barış ve Ezgi'yle kahvaltıya gittim. Oradan da sunuma. Arkadaşım Barış'ın da sunum yapacak olmasına karşın kot-tşört gelmesi beni bir "Oğlum çok mu ciddiye aldın sen bu sunumu?" şeklinde sorgulamama neden olsa da mantıklı iç sesim "Barış hafife almış, mal işte." şeklinde cümlelerle bendenizi yatıştırdı.

Benden önceki inanılmaz sıkıcı 2 sunumu izledikten sonra ben çıktım ve sunumumu yaptım ki etraftan aldığım eleştiriler sunumumun gayet iyi olduğu yönündeydi. Bu eleştirileri çok sonradan aldım zira sunum sonunda "Sorusu olan var mı?" kısmında kimse el kaldırmadı. Kimse bana bakmadı. Kimse beni takmadı. Zira KIZ BAYILDI! KIZ BAYILDI!

Allahım kız bayıldı! Ben sorusu olan var mı diye kendimi yırtıyorum meğerse sol tarafımda bir hareketlilik almış başını gitmiş. Kız yığılmış kalmış. Tansiyonu mu desem şekeri mi desem...Bir şeyi düşmüş yani. Hayır böyle durumlarda yatırırsın hastayı kaldırırsın ayakları ki kan gitsin diye vücuda lakin kızımız da Demet Akalın'a taş çıkartan bir mini etek giyince bunu yapmak pek mümkün olamadı haliyle kızın 10-15 dk kendine gelmesini bekledik. O sırada da sorular-eleştiriler bölümü yalan oldu.

Sunumumu izlemesini istediğim kişinin de sunumumu izlememesi hiç hoş olmadı tabi o da ayrı mevzu...

Taşınıyorum!!!!
Evet blog! Taşınıyorum! Bu cumaya filan yeni evimde olacağım büyük ihtimal. Yeni evim 2 oda 1 salon. Öyle çok lüks muhteşem bir şey değil tahmin edilebileceği üzere ama güzel. En azından ortalama büüklükteki bir odaya,balkona sahip olacağım. İşin iyi yanı ev kısmi olarak eşyalı. Yani eşya arama-alma derdi de yok. 500 lira'ya kadar kira düşünüyordum aslında ben ama burası 600. Ancak evin sahibinden kiralık olması ve içinde esşya olması emlakçıya ve eşyaya vereceğimiz parayı düşününce aynı hesaba geliyor diye tuttuk.Hatta gidip bugün kontratımızı imzaladık.
Ev sahibimiz avukat. Hatta sanırım tanınmış biri. İnternette arattım zira kendisini. Adamı sevip sevmediğim konusunda emin değilim. Tuhaftı bugünkü tanışmamız zira. Bir tırsış filan vardı bende. Adamın ofisi antikalarla doluydu. Eski kitaplar,bastonlar,daktilolar -ki kendisi daktilo koleksiyoncusuymuş- gözlük ve pusulalar vs...Bir ton ilgi çekici eşya. En ilginçlerinden biri ise vaftiz törenlerinde şarap içme amaçlı kullanılan boğa boynuzuydu sanırım. Bardak kullansana be adam!
Neyse, zaten kendisiyle bir sorun yaşayacağımızı sanmıyorum. O da iyi adam biz de iyi insanlarız. Öyle kötü niyet olmadıktan sonra bir şey olmaz sanırım. Zaten adam öğrenci dostu. "Komşulardan size bir şey diyecek olursa benim adımı verin yeter." şeklindeki güvencesinden çıkarıyorum tabi bunu. Bu sırada içimden "Ne dieyeceler allasen. Parti mi yapıyoruz içip dağıtıyor muyuz?!" diye geçiriyorum tabi. Garibim tüm öğrencilerin içip dağıtan güruha mensup olduğunu sanıyor tabi. Bilmiyor ki biz Harrison's Dahiliye kafasını yaşıyoruz...
Sonuç olarak yarın gidip elektirk-su-doğalgaz işlerini halledeceğim. Sonra da ver elini taşınma!


Not: Kıç kadar odamdan ne kadar eşya çıktı bir bilseniz!

Son İki Komite...Son İki Umut.
Sondan bir önceki komitemize geçen cuma girdik blog. 77 soru vardı ve bunun 60a yakını çıkmış soruydu! Çıldırdım sevincimden! Eğer bundan ve şimdiki -Halk Sağlığı,Biyoistatistik ve Adli Tıp- komitesinden yüksek alırsam not ciddi anlamda yükseliyor. O zaman da finalden daha az almak durumunda kalarak kurtarabilirim kendimi! Ama şu komite nasıl sıkıcı anlatamam. Halk Sağlığı bildiğin laf salatası! Adli tıp biraz eğleneli de Halk Sağlığı...Yo dostum yo! 6 yıl tıp okuyup halk sağlıkçı olanları anlayamayacağım.

Allahım inşallah güzel bir şeyler alırım şu komitelerden!!

4.5.13

Pikniğimiz...

Merhabalar blog,
Bu sefer bir önceki yazımda "adsız" kişinin yorumuna yanıt olarak söz verdiğim üzere mutlu bir yazı yazıyorum gördüğün üzere. Yalnız haksız da değilmiş adam/kadın isyan etmekte. Son yazılarıma baktım da darlandım resmen. Ne melankolik ne depresif yazmışım. Bildiğin Güzin Abla'ya iç döker gibi dökmüşüm ne var ne yok ortaya. Haydin başlayayım.

Eh yani o kadar sık sınav oluyoruz ki haliylen sınavdan bahsetmediğim blog yazım kalmamış blog. Ama bu sefer kötü bahsetmeyeceğim. Geçen perşembe Nöroloji-Psikiyatri komitemizi olduk sevgili blogcuğum. Aslında komitenin cuma pratik sınavın perşembe olması gerekirken sevgili Hacettepe bize her zaman elinde hazır bulundurduğu kazıklardan atıp sınav günlerini değiştirdi. Biz komiteye bir gün daha az çalıştık. Amaaaa kaybı kazanca çevirmek için var gücümüzle de çalıştık.
Cuma sabahtan olan pratik sınavımızdan çıktıktan sonra hooop pikniğe gidecektik! :D
Şöyle ki grup grup sınava girdiğimizden toplanmamız zaten bir 11'i buldu. Her kadim üyemizin sınavdan çıkmasını beklemek zorundaydık çünkü takdir edersin ki. Neyse toplanana kadar ve toplandıktan sonra e başladı bir tartışma tabi: Nereye gidiyoruz? Nasıl gidiyoruz?
12 kafadan 12 farklı ses çıktığından biraz zor oldu kararlaştırılması ama mantığımız arkadaşın evinin bulunduğu Oran'daki askeri lojmanda karar kıldı ki geçen sene de orada yapmıştık pikniğimizi eğlene eğlene.

Hem arkadaşın evi de orada olduğundan kap,bıçak,tuz vs. gibi öteberimizi de onlardan karşılayabileceğimiz mantığına "Eymir Gölü'ne gidelim"ci arkadaşlar da karşı çıkamadı haliyle.

Atladık Haticegül'ün arabaya ama ne atlamak! Bir sinek için bile yer yok arabada, kapıdan yalvarıyor resmen "Beni de alın içeri vız vız." diye. O derece sıkışığız. Yolda durdursa polis ne yapardı bize merak ediyorum ama bir şekilde vardık lojmana. Yaptık alışverişimizi.
Yalnız o lojman kantini -kantin dediğim bildiğin kocaman market- nasıl bir yer öyle! Her yer çocuk dolu! Ben böyle agudu gugudu diye çocuk sevmekten alışveriş yapamadım. Arkadaşlar bana bir şey soruyorlar, ben çocuk seviyorum. Öyle bir durum.
Bir tane çocuğun çikolatanın fiyatını babasına sorması üzerine babasının da "Kasiyer amcaya sor" demesiyle kasiyer askerin "Ne amcası ya. Ben daha 25 yaşındayım" şeklindeki küskün homurdanması da yerinde komikti blog.

Hep beraber toplandıktan sonra bomboş olan piknik alanında deyim yerindeyse cirit atarak hazırlıklara başladık arkadaşlarla. Tavukları soslamak ve köfteyi yapmak bana düştü. Mangal ve salata işine hiç karışmadım. Salata muhteşemdi! Selenge,Elif,Cansu yardırmışlar ve salatada harikalar yaratmışlardı. Hem de yanıbaşlarında -çok afedersiniz- bir bok yapmayan Barış'ın homurdanmalarına rağmen hem de.
Hayır öyle bir saçmalıyor ki al elindeki 2 kilo kıymayı yapıştır suratına! Yaymış göbeğini oturup etrafa çemkiriyor. Deli etti beni. Hayır dünya tatlısı da biridir ama o hazırlık aşamasında al şişi batır göbeğine hisleri uyandırdı bende.



İzelle köfteleri hallettik. Tavuklar hazır. Salata şahane. Mangal yanıyor. Sonuç: Muhteşem bir piknik!
Aras'tan kuratabildiğimiz kadar yedik artık =D Camış ne var ne yok sildi süpürdü. Hayır metabolizmasına halay çektiğim ye ye de az kilo al değil mi? YOK! Adam yedikçe kilo veriyor, Allahın uzaylısı!
O kadar yaptığımız şeylerden Haticegül'ün hiçbir şey yememesi de üzdü...

Mangalda pişme potansiyeli olan herşeyi yedikten sonra sıra geldi Haticegül,Elif ve Çağdaş'ın doğum günlerini kutlamaya!!






3 pastayla kutladık doğum günlerini =D Hatta pastalar o kadar fazla geldi ki Barış sağ olsun yüzümüze gözümüze bile sürdük yani! Bir anda her yerimiz pasta kaplandı resmen! Hayır evde neyin olsak neyse gir duşa sıcak sıcak yıkan ama o buz gibi piknik alanı çeşmesinde beyin hücrelerim dondu resmen!



Son olarak da klasik oyunumuz "Vampir"le bitirdik günümüzü. Şöyle diyeyim "Vampir"le dostun düşman oluyor sana blog. İnsanın içindeki politikacı ortaya çıkıyor. Ama eğleniyorsun bayağı


Pikniğin akşamına ise ben ve İzel İzmir'e doğru yola çıkıyoruz...O da bir sonraki yazıya artık =)

20.4.13

Mola Lazım

1 gün...1 saat..10 dk...5dk...1 dk...

Her ne kadar olursa olsun. Bir mola versin hayat blog...Dursun 2 dk durduğu yerde. İleri gitmesin saysın olduğu noktada.

İnsanlar konuşmasın. Yürümesin. Akmasın trafik. Yağmasın yağmur. Kuşlar da uçmasın. Sevmesin insanlar. Nefret etmesin ya da... Ölmesin. Üzülmesin. Gülmesin.

Dursun her şey.Koşuşturmaca. Beyinler kapatsın bir kendini. Dinlensin.

Zira ben çok yoruldum blog. Hayır daha yaş 22 ne yorulması azizim! Ama sor ruhuma! 75'inde ruhum.

Hayattan zevk almıyorum resmen. Yolda görenler bile "Hayattan soğumuş bir halin var." diyor. Sanırım soğudum.

En büyük zevkim kitap okumak bile cezbetmiyor beni. "Grinin Elli Tonu" "Genom" "Matmazel Noraliyanın Koltuğu" "Kırmızı"...Okumaya başlayıp da bitiremediğim kitaplar.

Turuncu odamdan çıkmak istemiyorum.

Bu da şarkısı olsun yazının...



11.4.13

Melankoli

Gece gece aldı beni bir yazma isteği blog. Neden bilmiyorum; melankoli olsun, yazma isteği olsun hep de gece dadanıyor şu fani bedene...Dolayısıyla bu da melankolik bir yazı olacak şimdiden söyleyeyim.

Aslında çok farklı düşüncelerim vardı. Bir ton şey var yazmam gereken. The Perks of Being a Wallflower, Tıp Eğitimi Çlaıştayı, Sivas, TurkMSIC Genel Kurulu, Bursa...Bir ton şey. Ama şu an bunları yazmak gelmiyor içimden. Öylesine parmaklarım kaysın klavyede istiyorum, ne yazacağımı düşünmeden kussun beynimdekileri ekrana.

Biliyorum, hiçbir zaman yapamayacağım bu beyin istifrasını zira kamuya açık bir blog yazmanın handikaplarından biri de bu: istediğini istediğin gibi yazamamak.

İçimi çok deşifre etmek istemiyorum; ama içim dolu,kafam dolu. Beynim panayır yeri. Söylemek istediğim çok şey var; ama söylersem kırılacak da çok insan var.

İnsan kırmak! Yo dostum yo! Olamadım o "Amaan kırılırsa kırılsın! Onunla mı uğraşacağım!" insanlardan. Daima kendim kırıldım, ben içime attım, ben üzüldüm; ama hep gülümsedim etrafa. Aşırı neşeli, dediklerine göre, "sempatik" oldum; ama lanet olsun ki sempatik neyin değilim.

Bildiğin içinde fırtınalar kopan bir insanoğluyum ki kendim bile şüphelenmeye başladım "Acaba ergen miyim ben." diye. Dinlediğim müziklerden tutun, hayata bakış açım bile beni olgun bir insan olma çizgimden kaydırıyor mu ? Üniversiteye başladığımda galiba yanlış tanıttım kendimi. Daima neşeli, kibar, güleryüzlü insan oldum; ama olmamış demek ki yapamamışım. Hep yanlış izlenimler vermişim çevreme sanırım. Ciddi biriydim aslında. Şimdi sorsan arkadaşlarıma "Sen hiç ciddi olmadın "derler belki de. Haklıdırlar da...Aslında hep deyim yerindeyse "yılışık" oldum belki de. (iç ses: yılışık ağır oldu sanki. Ben: Boşver)

Evet, çok eğlendiğim anlar fazla belki ama kimse düşünemedi etrafa bakış açımın böyle olmayabileceğini. Siyaset konuşmadım ondan mı acaba ciddiyetsiz sandılar beni veya futbol değil de badmintonu sevdim diye.

Kitap olarak sadece fantastik kitap ve roman okumam mı ciddiyetsiz geldi acaba; ama kimse neden diye sormadı ki bana ben de mantıklı açıklamamamı yapayım onlara. Bütün mahkeme duvarı şeklinde gezen  insanlardan olsaydım daha mı iyi olurdu acaba?

Girdiğim ortamdaki eğlenceli insan olmasam oturur sabahlara adar birbrimizin suratına bakardık. Bakmaz mıydık? Şüphesiz bakardık. Ama ben yapınca "sulu kişilik" oldum sanırım.

Bugün arkadaşım "Serdar biz dün karar verdik seni çok seviyoruz." dedi. İnanılmaz mutlu oldum! Evet arkadaşlarım sever beni ve ben de kayıtsız şartsız severim onları ama neden hayatımda bir şeyler eksik gibi hissediyorum blog? Notlarım kötü diye mi? Hayır sanmıyorum.

Eksik bir şeyler var. Var. Galiba yanıtı da biliyorum.

 Ama başkaları bilmiyor sanırım sorun o.

24.3.13

Post-Komital Kafa Boşaltmaca

Selam blog...Sonunda dönebildim sana ve en boş günümde oturdum klavyenin karşısına bu dönüş için. Neden en boş günüm? Çünkü cuma günü "Ürogenital Sistem" komitemizi hanımızla şanımızla atlattık. Patoloji ve Pediatri ağır yaralar bıraktı ruhumda o yüzden bu konuda konuşmak istediğimi sanmıyorum.

14 Mart'tan başlayalım. Biliyorum 10 gün geçti üzerinden ama ancak yazmaya fırsat buldum blog. Öncelikle tüm hekim ve hekim adaylarının 14 Mart Tıp Bayramını kutluyorum. Umarım bir gün hakettiğimiz yere geliriz de daha güzel kutlamalar, hekime şiddetin gölgesinin düşmediği eğlencelerle kutlarız bayramımızı.

Gerçi ben çok güzel kutladım. O konuda şüpheniz olmasın. Hacettepe'nin neredeyse kendisi kadar marka olan "Mantar Topluluğu"nun düzenlediği "14 Mart Tıp Balosu"na gittim. Ama ne gitmek! Ne kadar sinirim stresim varsa Hilton'da bıraktım eve geldim pamuk gibi blog. Hayatımda bu kadar oynamışlığım var mı? Evet var ama bu da en azından ilk 5'e girer. Rakı da şişe de durduğu gibi durmayınca aşırının aşırısı eğlendim. Hocalarla karşılıklı göbek atmalar,halaylar,kafaya kravatı bağlayıp sahneye fırlamalar...Neler neler...Sonrasındaki sarhoşluğum ise ayrı bir durum. Allahtan çok temiz sarhoş olurum. Öyle hır gür çıkarmam,kusmam etmem. Arkadaşlarım sağ olsun toplayıp eve gönderdiler taksiyle ama allahtan apartmanın giriş kapısı elektronik anahtarlı oldu da şıppadanak içeri girdim yoksa o kafayla geceyi sokakta geçirmem işten değildi nitekim yukarıda da kapıyı ev arkadaşım açtı iyi ki. Sonra tabi ben en sarhoş halimle geceyi anlatışımı videoya çekmeyi de ihmal etmedi pislik! Alkolden soğudum yemin ediyorum.

Bu küçük kaçamaktan sonra kendimizi kendimizi komite çalışmasına verdik haliyle ki onu da cuma olduğumuzu söylemiştim bu yüzden bu 2 günümüz boştu ve ben sanırım sırf bu yüzden arşlardayım mutluluktan.

Komiteden sonra lanet olası biz çalışırken unutmabeni mavisi olan hava komite günü fırtınalar kopardı. Yok böyle bir yağmur ya! Ama olsun bizi durdurmaz azıcık su dedik ve Bahçe'liye gittik. Bigos'a (tıkla). Çok güzel bir mekan. Fiyatları biraz yüksek gibi ama kalitesini düşündüğünüzde aslında gayet uygun bile gelebilir. Çünkü yemekleri gayet iyiydi. Ben tok olduğumdan yemedim bir şey ama arkadaşların yemeklerinden tattım. Güzeldi.


Oradan grubumuzun bir kısmı Guiatar Hero'ya geçerken biz İzel'in önderliğinde Brothers'a geçtik. Canlı müzik vardı ama mekan yoktu. yani erken olmasına vurdum tabi ama mekan bomboştu! Adamlar çalıyor ama kimse yok ki...biz de 5 kişi eğlenmeye çalıştık =D Ama daha sonra bizimkiler gelip biraz da mekan kalabalıklaşınca eğlendik.Hele ki Sezen Aksu şarkıları çalmaya başladığında. Mekandaki kızlara yalakalık yapacağım diye solist de azıcık sağıtmasaydı iyi olacaktı da artık işte o da kusuru olsun.

 Dün gece arkadaşlara gittim "Beer Pong" oynamaya ve Greek'te görüp özüm özüm özendiğim oyunu arkadaşların masaları birleştirmesiyle oynadık. Bayağı bayağı heyecanlı. Ve ilk kez oynayan ben takım arkadaşlarım sayesinde hep kazanan tarafta oldum. Bu sabah da aynı arkadaşlarımla harika bir kahvaltı yaptım. Yan apartmanımızda oturuyorlar ve liseden bir arkadaşları da ziyarete gelmiş. Krepler,simitler,ballar,reçeller...Sanki yıllardır kahvaltı yapmıyormuşçasına yedik. Krepteki ustalığımı onlarla da paylaşmanın haklı gururundayım.

Dün de poğaça yaptım ama ne zorluklarla. Çünkü el emeği göz nuru hamurum. O kadar mayalanıp kabarmasını beklediğim hamurum "Löp" diye yere düşünce bir acı,bir çığlık,içimden bir parça koptu blog. Çok sinirlendim ve diğerini rastgele göz kararı yaptım ve inanır mısın, inanılmaz oldu.

 Aslında olay şu: Yöneticimizin eşinin geçen hafta sanırım günü filan vardı. Kadın da bize kalan kurabiye,börek,mercimek köftesi neyin yollamış. Allah razı olsun çok makbule geçti;ama benim ailemden gördüğüm gelen kap boş gönderilmez.Ayıp;ama sınavım da var. Ondan dedim ki haftasonu bir şeyler yapar götürürüm. Ya da ne bileyim bir şeyler alır, yollarım. Fakat sınavdan bir gün önce kapıcımız elektronik anahtarların yedeklerini getirdiğinde "Tepsi varmış bir de onu alabilir miyim?" sorusuna benim caaanım (!) ev arkadaşım "O kirli.Biz onu yıkamadık." gibi öküz bir cevap verince bende tabi bir utanma bir eziklenme oldu. Dedim "Haftasonu ben vereceğim tepsiyi." Ondan bu kadar özendim poğaçaya. Bari topumuzu öküz bilmesinler diye. Nitekim çok hoşlarına gitti tepsiyi dolu görünce bir şaşırdılar filan. Çok eğlendim o ifadelerini görünce.

Şu yazıyı da temiz odamdan yazıyorum. Komite komite diye odayı b*k götürmüş affedersin. Temizledim de rahatladım. Mutfağı da temizledim mi üstüne de bir film çakarım. Oh mis! Üstelik akşam arkadaşım Hazal da geliyor. OOohh...değmeyin keyfime =) İnşallah önümüzdeki komite güzel olur....

26.2.13

Kafa Boşaltmaca vol. 11

Çok uzun zaman oldu yazmayalı sana blog. Gastrointestinal komitesi geçti,yazmadım,sezen aksu konseriAradan koskoca (!) 2 hafta tatil geçti yazmadım.2. dönem başladı ben yazmadım....Peki neden yazmadım? Dinlendim blog. Çok yorulmuştum. Dinlendim. Aslında keşke yazsaymışım diyorum şimdi o zaman kafam rahatlardı;ama işte üşengeçlik başa bela blog. Hadi başlayalım!

GİS Komitesi

Genel cerrahi okumak istediğimden sindirim sistemi hep ilgilendiğim sistemlerden olmuştur blog zira genel cerrahinin işi onla. Yemek borusu,mide,bağırsaklar,rektum,karaciğer,pankreas,safra kesesi...Açıkçası vücudun % 60ından fazlası bu komitedeydi resmen. Onun için sevdiğim bir komiteydi. Hocalarımız da bu komite çok iyiydi açıkçası -sanki diğerleri kötüymüş gibi!- ama gel gör ki bu komite de notlar berbattı! Geçen senenin hiçbir notuyla tutmuyordu ve o iyi hocalarımız slayt bırakmıyordu. Derslere devamlı girdim. Slayt,not,kendi yazdıklarım...bir ton şeye çalıştım. Ala ala 63 aldım.
Oysa sınavdan çıkışımı görmeliydiniz. İlk kez "Oha,çok iyi geçti sınavım!" diye çıkmıştım. Lanet olsası 2.5 sene boyunca öğrendiğimiz "erken konuşma" kuralını bozmuştum. Sonuç 63 oldu.
Sorular çok zor değildi bana göre ama çıkan herkes "Çok zordu." diye çıkınca beni bir şüphe almadı değil ama işte o an insanın aklına gelmiyor böyle şeyler işte. Psikolojik bir savunma mekanizması herhalde.
Şimdi Genitoüriner sistemdeyiz...Kadın-doğum ve börekler yani =) Bakalım belki bunda şans güler yüzüme...

Sezen Aksu!!!!!

Komite biter bitmez tüm sınıf arkadaşlarım Ankara'dan kaçarcasına memleketlerine tüydüler;ama ben 2 gün daha kaldım blog. Sebep? Sebep Sezen Aksu konseri!!!!
Taaa 7 Ocak'ta almıştık daha biletlerimizi ki o an bile zar zor yer bulmuştuk. Boru değil sonuçta. Sezen Aksu yani!
Konser Congressium Ankara'daydı. Muhteşem bir gece geçirdik arkadaşlarla.
Salon muhteşem güzeldi. Belli bir eğimle yerleştirilmesiyle koltukların en arkalardaki insanların bile görme sorunu yoktu. Ses sistemleri,akustik çok iyiydi.



Ama iyi olan...çok iyi olan...muhteşem olan...tabi ki Sezen Aksuy'du. Yaklaşık 3 saat sahnede kaldı ve Sezen Aksu klasiklerinden muhteşem bir ziyafet verdi salondakilere. Bu ziyafet sadece şarkı anlamında değil espriler bazındaydı da....Sahnede inanılmaz komik biri Sezen Aksu. Kırıldık gülmekten deyim yerindeyse.

Ama şunu anladım ki doğru insanlarla gitmek lazım konserlere blog. Misal: Esra ve ben Sezen Aksu şarkılarıyla kendimizden geçip yerimizde duramazken Haticegül telefonu düşürmüyordu ve neredeyse uyuyordu ya! Oğuzhan desen konser değil de "2. Dünya Savaşı: Soykırım ve Ötesi" adlı bir belgeseli izler bir ciddiyetle elleri kavuşturup izledi konseri! 2. bölümde yerleri değiştirip yanyana gelince Esra'yla koptuk ama...

Sezen Aksu kadar vokalistleri Nurcan Eren ve Cihan Okan da sesleriyle salonu büyülediler. Gecenin en gözlerimi yaşartan olayı ise ön sıralarda olanların yazdıkları mektupları Sezen Aksu'ya verip ona dokunma ayrıcalığına sahip olmalarıydı.

2 Hafta Tatil!!

Sezen Aksu'nun ardından tatilim başladı ve İzmir'e gittim sonunda blog. Sınavdan hemen sonra olduğundan tatilde herhangi bir şeye çalışma zorunluluğum olmadığından sadece yattım blog! Ultimate bir şekilde yattım hem de! 1 hafta boyunca ailemleydim. Babamın ameliyatından dolayı izin alan annem, okulların tatil olmasından dolayı da kardeşim ve ablam da evdeydi. Eniştem de nöbetleri elverdiğince bizimleydi. 1 hafta boyunca her gün "pazar kahvaltısı" ettim. Türk kahvesi içip televizyonda zap yaptım. Olabildiğine dinlendim ve çok iyi geldi blog. Resmen tatile ihtiyacım varmış. Laçka olmuş sinirlerim bir toparlandı,bir kendine geldi.

Diğer haftayı ise arkadaşlarımla geçirdim. Lise arkadaşlarımla buluştum. Onları bu kadar özlediğimi hiç farketmemiştim ve yıl oldu görüşmeyeli ama okulu asıp da kordona gitmişiz sıcaklığındaydık resmen.
Gerçek arkadaşlıklar uzun süredir görüşmeseniz bile görüştüğünüzde kaldığınız yerden devam edenler demekmiş,bunu anladım.

Gizemlerde kaldık bir gece. Ahmet,Ece,ben ve Ece'nin abisi Mehmet. Hep beraber güzel bir gece geçirdik. Kutlayamadığımız doğum günlerimizi kutladık bir pastada.

O gecenin gözlerimi yaşartan olayı ise koskoca Bornova'da Kipa Ekstra açık olmasına rağmen "Jello Shot" yapmak amaçlı jöle bulamamış olmam! Bütün dükkanlarda olan 5 temel şey vardı öğrenciler için: Makarna,konserve doğranmış domates,tuz,peçete,kondom!

Buradan esnaflara sesleniyorum: Yapmayın canlar! Bu kadar market odaklı olmayın!

 Dönüş

Her güzel şeyin bir sonu var tabi haliyle blog. Sonuçta "Karma is a bitch!"

Ankara'ya döndüm ve yeni komiteme başladım...Daha yazacağım bir ton şey var aslında ama o da bir sonraki yazıya artık....

25.1.13

Düşünseli

Düşünseli istiyorum blog. Çok fazla şey var kafamda...Çok anı,çok sorun,çok insan,çok duygu...Silmem lazım bunları artık. Artık yük olmaya başladı çünkü.
Kendimi sürekli kötü hissediyorum. okul mu? evet çoğunluğu okul oluşturuyor kötü hissetmemin ama başka şeyler de var.
O mesela görmüyor beni. Neden görmüyor ki? Acaba kendimi göstermiyor muyum? Evet göstermiyorum.
Odamdan sıkıldım. Sadece odamda yaşıyorum. Çok sıcak. turuncuyu seviyorum;ama sıkıldım aynı yerden.
Kitap okumak istiyorum. Zamanım yok.
Zaman olsa da lanet olsun o içimde ders çalışmadığımdan büyüyen suçluluk duygusuna!
Arkadaşımın aldığı kitaba bile başlayamadım o lanet suçluk duygusundan.
Laptobumun sağ tuşu yine bozuldu. Hayat ters çok.
Facebook'u kapatacağım sanırım ama lanet olsun ki en azından bu sene daha açık kalmalı. Proje zımbırtıları...Sanırım çok işsizim.
Finalden 80 alsam ne güzel olur...Mutluluk gözyaşlarım için düşüncesi bile yetti.
Keşke görse beni...
Twitter...Onu kapatır mıyım bilmiyorum...kapatmalıyım.
Arkadaşlarımın sürekli bana patlamasından da sıkıldım.
Çok biliyorlar!
Haklılar ne yazık ki...
Sms'im de bitti.
İzmir'i özledim...Gizem'i...Ahmet'i...Ece'yi....Cansu'yu...Herkesi...
Ailemi özledim....
Babam ameliyat oldu. Yanında olamadım. Lanet olsun!
Mor ve Ötesi'nin oyunbozan şarkısını elli kere ardarda dinledim sanırım.
Evet gün geçtikçe boka batıyorum!
Kurtulmak elimde ama kurtulamıyorum. Bir kere daha lanet olsun.
Etik yarışması var....fikrim yok...fikrim olsa zamanım yok...
İçmek istiyorum...
İçmek istemiyorum.
Sanırım malım.
Genel cerrahi istiyorum...Tedavi edeyim istiyorum...Edemiyorum.
3. sınıf çok mal!
diğer seneler?
O beni görse keşke.
Görmedi.

16.1.13

Kafa Boşaltmaca vol. 10

Yine gecenin bir vakti klavyenin başındayım...Uzun zaman oldu yazmayalı...Çok uzun.
En son 20'lik dişimi yazmışım baktım da onun üzerine diğerini de çektirdim,alveolit oldum da iyileştim de...Sen anla artık ne kadar zaman olduğunu.
Bugün ev arkadaşımla şöyle bir konuşma geçti:
"Sen blog yazıyorsun oğlum. Kim neden seni okusun. İşşizsin."
"Doğru işsizim"
Aslında tam böyle değildi;ama ana tema buydu. Hakikaten ben blog yazıyorum;kim neden okusun beni?...Ne yazık ki anlayamadığı nokta burada. Ben başkaları okusun diye yazmıyorum ki. Yani evet başkaları okuyor yazılarımı;ancak bu sadece benim yazmamın yan etkisi gibi bir şey benim için. Bilen bilir yazmak konuşmaktan daha kolaydır bazen. İçini dökersin böyle...Alırsın kağıdı kalemi,kalvyeyi her neyse yardırırsın. Döktün mü içini,rahatladın mı da kimse görmsein istiyorsan yakarsın,yırtarsın,silersin...Ama çıkmıştır içinden o atmak istediklerin...Bir nevi detoks...
Ama anlamadı ev arkadaşım. "Kim neden okusun ki?" dedi...Olsun...Ben yazayım da...

Yar Yine Bana Depresyonlar

Kardiyoloji komitemizden de çaktım blog. Hem de öyle böyle değil. Sanırım tehlike çanları çalıyor benim için. Gerginim,yer yer sinirli yer yer mutlu yer yer suskun. Saçma sapan bir ruh halindeyim.
Bir arkadaşım "Moralin nasıl?" diyor kedi yavrusunu incitmekten korkan kişinin ses tonuyla 5 dk sonra başka bir arkadaşım "Off Serdar bir sus yae." modunda...Sanırım dengesizim. Evet,evet iyice dengesizleştim.

Çalışma stilimi değiştirdim. Umarım bu komite işime yarar;zira öncekiler gösterdi ki çalışma stilim bir b*ka yaramıyor. Şemalarla,textbooktan vs. çalışıyorum. Ama tek bir sorun var:zaman! Eğer yetiştiremezsem s*çtığımın resmidir.

Slaytlarını vermeyen hocalara da buradan "Hocam, çeyizinize mi saklayacaksınız?" sorusunu sormak istiyorum yeri gelmişken...

Diyet Diyet Diye Nicesine Sarıldım...


Dengesizliklerim yetmezmiş gibi bir de diyete başladım blog. Artık her sabah kahvaltı ediyorum. Şekeri-ekmeği kestim. Sebze dostum cips düşmanım oldu. Kolanın kokusu burnumda ,cızır cızır sesi kulaklarımda sürekli; ama ayranı yoldaş yaptım kendime. Kepekli tostlar kankam artık...

Yeşil çay içiyorum sürekli;metabolizmam hızlansın diye;ama kendisi "oturan boğa" mübarek. İbre ileri atmıyor yemin ederim. İçlerde...çok derinlerde "Spor yaaaap!" diye bağırıyor iç sesim;ama ona da zamanım yok blog. O yüzden çok da takmıyorum o sesi -ki bu ses arada arkadaşlarımın sesleri oluyor. Onları da takmıyorum.

Ve şekersiz çay-kahve cehennem gibi...

Yeni Yıl...

Sürekli aklımdaydı..yazacağım yazacağım...yazamadım. Yeni yılınız kutlu olsun. Umarım yeni yıla musmutlu,ailenizle girmişsinizdir. Benim yerime de eğlenmişsinizdir;çünkü ben o sırada ders çalışıyordum.(LANET OLASI 34 ALDIĞIM SINAVA! BAK YİNE DELLENDİM!!!) Sadece bir ara ailemle kamera açıp mezdeke eşliğinde koptuk o kadar. Kıyamam nasıl şaftım kaydıysa artık teyzem anneme dönüp: "Abla bu çocuk neden bu kadar mutsuz?" diye sordu. Ben de eğlendirmek için azcık koptum kamerada...Ah bir bilseler stresimi....

Sağlık,mutluluk bla bla....Hepsini zaten diledi çevredeki insanlar size. Benim dileğimin pek bir fark yaratacağını sanmıyorum. O yüzden tek bir dilek istiyorum: Aşk getirsin yeni yıl...

Sırf ben değil diğer tıpçı arkadaşlarım da yeni yıla gönüllerince giremediler sınav ayağına.Sonuç olarak biz de cuma günü girmeye karar verdik bir 18 gün gecikmeyle...

P.S: Fotoğraf yeni yıl gecesi masamın hali...

Siyanozlu Hastam...

Bildiğiniz gibi hekimliği öğrenme babında hasta görüşmelerimiz olmakta. Bir diğerini ise geçen gün siyanozlu hasta üzerinde gerçekleştirdik sevigli blog. Bir önceki görüşmelerimi zaten yazmıştım daha önce burada.

Siyanoz. Yani kanın yeterli oksijenlenmemesine bağlı olarak gelişen morarma tabiri caize. Bizden bu hastayla konuşup,şikayetini dinleyip, kalp ve solunum muayenesini yapmamız bekleniyor. Kalp ve solunum muayenesini geçen sene maket üzerinde öğrendiğimizden gerçek hastayla -oyuncu hasta- yapmak biraz heyecanlıydı takdir edersiniz ki...

Bilgiler gözden geçiril,videolar izlendi,kitaplar okundu ve görüşme başladı...

Artık tabiri caizse "kaşarı olduğumuzdan" görüşme kısmı gayet güzeldi. Gerekli kibarlık,iletişim,hitap,sorular vs. gayet yerindeydi. Nitekim hastam da gayet tatlı bir kadındı ve güzel bir görüşme geçirdik. Ve sıra fizik muayeneye geldi.

Solunum muayenesi,tansiyon,nabız,ateş...Hepsini birbirine karıştırdım. Tansiyonu ölçtüm, ateş için koltuk altına termometreyi koydum, bu arada solunum muayenesine başladım sonra nabız aldım akciğelere geçtim. En son kalple bitirdim. Bayağı bir karıştırdım adeta "ortaya karışık" yaptım.

En son bitirdim,giyinebilirsiniz dediğim ağza,dudaklara bakmak geldi ona ayaküstü baktım. Oturduk parmakta çomaklaşmayı sordum...Sanırım muayene kısmında olması gereken sistematiği yok ettim;ama suçun bende olduğunu da sanmıyorum! Klinikte öğretilmesi gerekn şeyleri maketle öğretim hasta yanına salmak çok da doğru değil bence...

Ama hastamdan "Öğrenci değil de profesyonel bir hekim gibiydin." geri bildirimi....İşte o an her şey silindi gözümde....

Evet, dedim. Hekim olmalıyım. Geriye sadece tek bir soru kaldı: Kalmadan başarabilecek miyim?

...

.....

...

...

Yorumlar....

Yorum.